Kendi deyişine göre politikacılığı yazarlığını bastırmış.
Babası, vaktiyle bir rakı sofrasında uyarmış kendisini:
‘’ Bak oğlum, biz eski tüfekler CHP Genel Sekreterliği yapmış Memduh Şevket Esendal’ı pek sevmeyiz. Onu Alman yanlısı ve sola karşı bir tavır içinde görüyorduk. Şimdi bana söyle, Memduh Şevket Esendal’ın genel sekreterlik yaptığını bırak, sokaktaki adam günümüzdeki CHP’lilerden kimi biliyor? Bilemez! Ama ben hâlâ onun yazdığı ‘ Ayaşlı ve Kiracıları’ adlı eserini okuyorum. Müthiş bir anlatım… Onun için oğlum yaz! Söz uçar yazı kalır. Çok anlamlı bir söz bu.’’
Oğlu da bunu bir vasiyet gibi algılamış olmalı ki yazıyor da yazıyor.
Babasının mahpushane arkadaşı Fahri Erdinç ve birlikte Bulgaristan’a kaçan arkadaşları Tuğrul Deliorman ve Ziya Yamaç’ın yaşamlarını romanlaştırmaya karar veriyor ve bunun için de iki kez Sofya’ya gidiyor. Şükürler olsun ki çok sevdiği babası ölmeden üç ay önce bu romanı okuyor.
Bir başka romanı için dört kez Midilli’ye gidiyor. Bu romanı için onlarca bilim-sanat ve edebiyat insanı ile sıradan insanları ziyaret edip bilgileniyor.
Kitabı bitiriyor ve Gümülcine ile Selanik’te imza günleri yapıyor. Atina Barosu, kitapla ilgili özel toplantı düzenliyor. Toplantıya da kimler kimler katılmamış ki…
Düşünebiliyor musunuz bu kitabı Uyuyan Bakan diye nam salmış Atilla Koç bile okumuş.
Hakkını yemeyelim, kültür bakanlığı yapmış olan Atilla Koç, edebiyatsever bir siyasiydi.
Yaptığımız kütüphanecilik çalışmaları nedeniyle Ankara’da beni ve annemi de ödüllendirmişti çeyrek yüzyıl kadar önce.
Hatta benden bir de ricası olmuştu: ‘’ Manisa/Demirci’de de bir kütüphane açar mısınız?’’
*
Son Durak, En Uzun Gün, Kulağım Karadeniz’de, Büyük Ayrılık, Karşı Yaka Memleket ve son olarak Kasırga’sını okuduğum Kemal Anadol’dan söz ediyorum.
Okurken arada bir Salihli İGD’li yıllarımda okuduğum partizan romanları geldi gözümün önüne. Zaman zaman da roman kahramanlarını anlatırken kullandığı dil ile onu komünist partili bir militan-yazar olarak düşündüğüm oldu.
Milletvekilliği yaptığı dönemlerde çok önemli olaylara tanık olan, tarihsel/ siyasal ve belgesel romanlar yazan Kemal Anadol’a çoğu okurunun sormak istediği bir soru herhalde ‘’ Neden anılarını yazmıyorsun da illa tarihsel/ belgesel romanlar?’’ olmuştur.
Nitekim, edebiyatımızın Cumhurbaşkanı Doğan Hızlan da sormuş bu soruyu.
‘ Filmi Geriye Sarınca’ yı yazmışsa da anılarında 12 Eylül sonrası yok.
1961’de 350 delegenin katıldığı bir parti kongresinde, 20 yaşındayken Ankara İl Gençlik Kolu Başkanı seçileceksiniz de o günden bugüne yaşadıklarınızı/ anılarınızı yazmayacaksınız… Olacak iş mi yani?
2021 basımı/ En Uzun Gün, onlardan biri.
Bir coğrafya öğretmeni gibi anlattığı Bakırçay’a, bu kitabında ’İnsan Zinciri’ bölümünde yer vermiş. Ama bu bölüm Bakırçay’ın coğrafi özelliklerinden ziyade çevre mücadelesine olan bir tanıklık… Abartı sayılmasın ama bir gerçek var ki o çevre mücadelesinin özneleri arasında İzmir basını, Bakırçay belediyeleri, sendikalar, meslek odaları, Egeliler ve Bakırçaylılar ne kadar etkililerse Kemal Anadol da bu mücadelenin en etkililerinden bir savaşeri. İzmir basını için kendisi zaten şöyle diyor: ‘’ …1990’larda çevre ve doğa savaşımının motor gücü İzmir basınıydı.’’
10 Kasım 1989’da Gencelli’de kurulmak istenen termik santrale karşı Yeşiller Partisi’nin yayımladığı bildiri şöyleydi:’’ Herkesi termik santrale karşı çıkmaya çağırıyoruz. Aramızdaki görüş farkları ne olursa olsun, hangi partiye mensup olursak olalım birleşerek gücümüzü gösterelim.’’
Kemal Anadol da Aliağa / Gencelli’de kurulmak istenen santrale karşı Danıştay’a dava açıyordu. Ve de Danıştay yürütmeyi durdurma kararı veriyordu.
Milliyet’te Necati Doğru’nun’’ Kemal Anadol’u desteklemek vatandaşlık görevidir.’’ Tümcesi aslında her şeyi anlatıyor.
O günlerin Enerji Bakanı Fahrettin Kurt’un kendisini ‘’ Bir takım uç gruplarla işbirliği yapmak’’ şeklinde suçlamasına verdiği yanıt G. Dimitrov’un Nazi mahkemelerindeki yiğit direnişini anımsattı bana.
Bilindiği gibi, 6 Mayıs 1990 günü Foça- Yeni Foça- Gencelli asfaltında el ele tutuşarak oluşturduğu insan zincirine Ege’nin dört bir köşesinden binlerce çevreci katılmıştı ve bunun sonunda iktidar termik santral ısrarından vazgeçmek zorunda kalmıştı.
Bunda, Kemal Anadol’un Danıştay’dan iki kez yürütmeyi durdurma kararı almış olmasının önemli bir rolü vardı.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 25 Ağustos 1990’da ‘’ Bu santrali durdurmak memlekete ihanet etmektir.’’ şeklindeki açıklamasına Kemal Anadol’un ‘’ Söylediklerini aynen kendisine iade ediyorum.’’ yanıtını ise alkışlamamak ne mümkün!
Düşünebiliyor musunuz, Danıştay termik santral için beşinci kez ‘ hayır’ diyor.
O günleri Sayın Anadol ‘’ Çevre ve demokrasi destanı ‘’ olarak değerlendiriyor.
O destanda imzası bulunduğu için de gururludur haklı olarak.
1 Mart 2003 Hükümet Tezkeresinin reddinde imzası olduğu için de…
Her yıl TBMM 22. Dönem Milletvekilleri olarak 1 Mart’ı Ankara’da kutluyorlarmış ya… Bu daha başka bir gurur olmalı!
Düşünebiliyor musunuz, o yıllarda ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, Orgeneral Hilmi Özkök’ten Tezkerenin çıkması için siyasetçilere baskı yapmasını istiyor.
Bu rica(talimat) Sayın Özkök’e dokunmuş olmalı ki, verdiği yanıtta şöyle diyor:’’ Yetki ve sorumluluk Meclis’indir.’’
NATO’nun müttefiki tezkereye hayır demekle ABD’yi yolda bırakmıştı. Olacak iş değildi bu!
Paul Wolfowitz, çok öfkelenmiş olmalı ki Genelkurmayı ve Türk yöneticilerini suçluyordu:’’ Türkiye, hata yaptığını kabul etmelidir. Özellikle askerler beklenen güçlü liderliği gösteremedi.’’
‘ En Uzun Gün’ de bu konuya ‘1 Mart 2003 Hükümet Tezkeresinin Reddi’ bölümü altında 24 sayfa ayırdığı için bu ülkenin yurtseverleri alkışlamalıdır Sayın Anadol’u.
Kitaplarında dikkat edilirse bol bol kaynak kişilere, belgelere ve tanıklıklara yer veriyor Bu, her şeyden önce okura güven veriyor. Kuşkudan uzaklaştırıyor.
Biliyorum ki Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu.
Babasının vasiyeti nedeniyle yazmayı yaşamının olmazsa olmazlarından bilse de iyi hatipliği ve avukatlığı/ siyasete olan ilgisi onu parlamentoya taşımış. Çok başarılı olmuş ki beş dönem milletvekilliği yapmış.
Ancak… Hangi üniversitedir bilinmez, bir üniversitenin ‘Tarih‘ bölümünde de okumuşluğu ve bu alanda da doktora yapmışlığı var gibi geliyor bana.
Romanları, ancak bir tarihçinin ya da siyasetbilimcinin yazabileceği türden içeriğe sahip çünkü.
Özetin özeti…
Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Dostoyevski, okunmalı- okutulmalı.
Ben geç keşfettim. Bugünlerde eşime dostuma Kemal Anadol’u okutarak bu sabıkamdan kurtulmaya çalışıyorum.