Sanki iki boyutlu bir dünyada yaşıyoruz...
Birinde biz varız başrolde, diğerinde, mesleklerine siyasetçi dediğimiz insanlar var...
Farklı dünyalar...
Tek taraflı bir iletişimle siyasetçilerin dünyasından bizim dünyamıza sürekli bir bilgi akışı var.
Kulağımıza dayamışlar ağızlarını, bağıra bağıra kendi dertlerini anlatma peşindeler...
Rahatsız olduğunuzu gösterecek bir davranışa yeltendiğiniz anda, gönül rahatlığıyla fırça atabilecek kadar öz güvenli bir topluluklar.
Ne demek, beni ilgilendirmez... Demokrasi bu, belediye başkanı tutuklanmış, nasıl benimle ilgisi yok dersin?
Eee yok, bana ne diyemiyorsunuz.
O sizin sorununuz kardeşim, o rantı yiyen sizsiniz, kavganız da, öpüşüp barışmanız da ortadaki rantı kimin, nasıl yiyeceği üzerine kurulu.
Benim derdim, o belediye başkanı makam koltuğunda mı oturuyor, cezaevinde volta mı atıyor ikilemine sığmıyor.
O belediye başkanının benim evime, iş yerime getirdiği su faturasındaki fahiş fiyatın derdindeyim ben.
Hesap soracağına önce o saçma sapan faturaların hesabını ver.
İnsanı çıldırtan trafiğin hesabını ver.
Otobüsünün, metronun, insan onuruna yakışmayacak ulaşımın hesabını ver.
Senin görevin o.
Siyasetçilik oynamak değil.
Belediye başkanı olarak senin görevin belli.
Kendi bölgendeki her insanın yaşam kalitesini arttırmak için mücadele etmek için o görevdesin, o kadar...
Fazlası değil.
Sizin dünyanızda yaşamak sizin ve çevrenizdeki bir grup şakşakçı için keyifli olabilir, ama sokaktaki insan için değil.
Belediyelerin siyasete ve siyasetçilere bu kadar mahkum olması aldatmacadan başka bir şey değil.
Kendi beceriksizliklerini siyaset kılıfına sarıp önümüze dayatıyorlar.
Asıl demokrasi senin siyasetçilik oynaman değil, adına vatandaş deyip geçiştirdiği insanın senden hesap sorması, sorabilmesi.
Hesap vermesi gerekenlerin hesap sorduğu ortamda olan ve olacak olan da budur.
Ne eksik, ne fazla...