Hayat yaşam ile ölüm arasında uzun bir çizgidir. Ülkemizde tam tersi ölüm ile yaşam arası kısa bir çizgide yaşıyoruz. Ölmek çok kolay her an başınıza bir şey düşebilir... Birer birer ve her gün ölüyoruz…

Ne acıdır ki bir büyük felaket daha yaşadık… Çok kısa bir süre önce Bolu Kartalkaya‘daki yangın faciasında 36’sı çocuk 78 canımızı yitirdik. Gazeteci kimliğimle düşündüğümde doğrunun ne olduğunu biliyor ve bu doğruyu herkesin doğru kabul etmesi gerektiğine inanıyorum ancak içinde yaşadığımız zihniyet buna izin vermiyor.


21 Ocak’ta sabaha karşı haber merkezlerine bir haber düştü. “Bolu Kartalkaya’da 238 müşterinin bulunduğu Grand Kartal otelde yangın çıktı ve en az 10 ölü, onlarca yaralı var” diye.


O sabah yayına girerken daha kötü haberlerin geleceğini anladım. Daha çok eğlence içerikli yayın yapan yayıncıların karar vermekte en zorlandığı an bu andır. Günlük rutin işler, haberler, hava durumu, yol durumu derken Sömestr tatilinde olduğumuz ve bu yüzden çocukların karne hediyesi dolayısıyla bu otellerde olabileceği düşüncesi ile anlık bir kararla odağıma bu haberi aldım.


Eskiden yılda bir felaket yaşardık. Sonra bu aylara yayıldı. Sonra bu haftalara yayıldı. Neredeyse her gün yeni bir facia haberi ile uyanıyoruz bu ülkede. Çıkan yangın sonucu 78 vatandaşımızı maalesef kaybettik bunlardan 36’sı çocuk. Karne hediyeleri için, kış tatili için, aileleriyle birlikte mutlu bir anı biriktirmek için gitmişlerdi belki de oraya. Tabii burada asıl önemli olan konu, bu otel nasıl bu kadar eksikliklerine rağmen işletiliyordu?


 Bir kere otelde yangın alarmı yok varsa da çalmamış. Röportaj yapılan herkes alarm duymadıklarını ve bir gürültüye uyandıklarını anlatıyor. İkincisi ise alevler oteli sardıktan neredeyse 50 dakika sonra ilk müdahale yapılabiliyor. Konuşulan konular arasında -ki benim kesinlikle desteklediğim- böyle turizm merkezlerinde mutlaka itfaiye merkezinin olması. Uludağ’da böyle bir birim vardır mesela. Kışın zorlu şartları, yolların virajlı ve kaygan olması, görüş mesafesinin kısılması itfaiye araçlarının en iyi ihtimal 1 saat içerisinde olay yerine gelebildiğini gördük. Kartalkaya’da böyle bir birim yok. Tüm bunların yanı sıra otelde bir yangın merdiveninin olup olmadığı tam bir muamma… Hala konuşuluyor. Merdiven vardı şöyleydi vs…


Şimdi ise hiç şaşırmadığımız gibi herkes olaya kendi tarafından bakıyor. A Partisi bizim sorumluluğumuzda değil diyor. B Partisi bizim sorumluluğumuzda değil diyor. C Partisi, D Partisi… herkes bu işi siyasallaştırıyor. Onlar tartıştıkça bizler vicdanımızı daha çok sorguluyoruz. Onlar tartıştıkça biz neden ‘insan’ olamıyoruz diyoruz. Olaya bu saftan baktığımızda bütün yetkililer suçlu bizler için. Bir insanın kendi ülkesinde tatil yapabilmesi ve bu tatilini güvenli bir şekilde yapabilmesi onun en temel yaşam hakkı. Geceliği 30.000 TL olan bir otelde can güvenliğimizin olmaması tartışılamaz. Sırf birileri daha çok para kazansın diye birileri bir şeyleri görmezden geliyor, birileri bir şeylerin sorumluluğunu almıyor, birileri birilerine izin veriyor ve sonuç 78 vatandaşımız feci şekilde can veriyor.


Deprem oluyor binaların altında ezilip ölüyoruz. Tatil için otele gidiyoruz, denetimsiz otellerde ölüyoruz. Trene biniyoruz ölüyoruz... ve çok değil, kısa bir zaman önce yine para için açgözlü doktorların bebekleri nasıl öldürdüklerine şahit olduk. Yine kısa bir zaman süre önce İzmir Buca’ da kumpir yiyen bir vatandaşımızı kaybettik. Bazen sadece birine baktığınız için öldürülebiliyorsunuz. Bazen kadın olduğunuz için… Yani bu ülkede her gün birer birer ölüyoruz. Bu yetmemiş gibi denetimsizliklerimizden, aç gözlülüğümüzden çocuklarımızı da öldürüyoruz. Oysa formül çok basit. Kural kuraldır. Kurallara uymak zorundayız. Sana göre, bana göre kural olmaz. Senin çıkarın için, senin kazancın için ya da sen rahat edeceksin diye koyduğun kural olmaz. Bugün güvenli yaşamak için çocuklarımıza bir bilinç aşılamaya başladığımızda bile bunun geri dönüşünü 15 yıl sonra alacağız. Sorgulayan, düşünen, öngören nesillere ihtiyacımız var.  


Bu büyük felaket yaşanırken bir tarafta ertesi gün kayak pistinde kayak yapan insanları da gördük. Şimdi kiminiz şöyle düşünüyor olabilirsiniz: “Hayat devam ediyor ve biz/onlar para verdik en azından çocuklar güzel bir anı biriktirsin”


Hayat devam mı ediyor?
Geçtiğimiz gün bir psikolog hocamla bu konuyu konuşuyordum ve bana şöyle dedi. ‘Balamir her olayın duygusu başkadır. Ölümün duygusu başkadır, doğumun duygusu başkadır, düğünün duygusu başkadır… Benim cevap: Yani? Yani hayat devam ediyor…


Tabii ki ben bu hocama katılmadığım gibi hala da katılmamaya devam ediyorum. Evet her olayın duygusu başkadır. Ertesi gün başka bir şehirde doğumu gerçekleşen bir çocuğa ailecek herkes mutlu olabilir. Başka bir şehirde düğünü olan biri eğer bir can kaybı yoksa düğününü yapmış olabilir. Ancak biz şöyle büyütüldük; aynı apartmandan bir cenaze çıktıysa eğer sesimizi kısar, kahkahalarımızı rafa kaldırır, televizyonun sesini bile açmazdık. Böyle büyütüldük biz. Bu yüzden hemen yanı başında, aynı otel ya da komşu otel hiç fark etmez, onlarca insan yanarak canından olmuşken o piste de ne çocuk ne ebeveyn bir zahmet kaymayı versinler bir gün. Çocuklarımızı bugünden merhametli ve ‘insan’ olarak yetiştirmesek büyüdüklerinde de kimsenin acısıyla ya da yaşadıklarıyla empati kuramayacaktır ve daha bencil bir toplumun parçası olacaklardır. Düşünün ki bir anne/baba yanarak mı daha az acı çekerim, yoksa atlarsam yaşama şansım olur mu düşüncesinde gidip geldiler çocukları ile birlikte. Biraz empati bizi unuttuğumuz insan yapar belki de. Bir de yangın ertesi fırsat düşkünleri var ki onlardan bahsetmek bile istemiyorum. Hani yangın tüpleri ve diğer malzemelere yüzde 100’e yakın zam yapan tüccarlar... Her şey bir yana insanlar yakınlarını otelden naklini sağlamak için araç aradıklarında iddialar arasına 100 bin lira isteyenler de var. İnsanlık tarihine baktığımızda insanın olduğu her yerde evet kötülük olmuştur ancak bu kadar kötülüğü bir arada yaşadığını sanmıyorum.
**


Doç. Dr. Zeliha Bürtek hocamızın dediği gibi ‘Türkiye’de sosyal bir çürüme var. Ve sosyal çürümeyi düzeltemezsiniz. Bunun düzelmesi çok zor. Bizler etik denen şeyi yok ettik. Etik demek, yaşam felsefesi demek ve Türkiye’de yaşam felsefesi kalmadı.’


İşte yaşadığımızı en iyi anlatan cümle...