İzmir, tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden birini geçiriyor. Bu sıkıntıyı büyütense ülkenin de kendi tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden birini geçiriyor olması...
Bir İngiliz atasözü, ''Atın belini kıran saman çöpü'' der.
Hiç saman çöpü atın belini kırar mı?
Kırar...
İşte Büyükşehir'le başlayan, Buca'ya ve Karabağlar'a sıçrayan, yakında büyük bir olasılıkla kentin tamamını etkisi altına alacak olan ''Çöp kokulu hava'' böyle sıkıntılı bir sürecin ayak seslerinden başka bir şey değil...
Bu kavgada, bu rekabette, bu çekişmede emeğin yanında değil aksine tam karşısındayım.
Çünkü bu savaş, Engels'in sınırlarını çizdiği bir sahada, Marks'ın kurallarını koyduğu bir oyun değil.
Klasik solcu mantığıyla ''Sermaye-Emek'' çekişmesi yok karşımızda.
Ne var?
Parti-Belediye-Sendika üçgeninde yaratılmış hormonlu bir canavar var.
Bir kişinin yapacağı işe 10 kişilik kadro açmak var.
Oturduğu yerden maaş alan bir kitle yaratmak var.
Maaş günü ATM'lere koşmak dışında işlevi olmayan bir güruh var.
Bu kavgada artık sırtındaki saman çöpünü bile taşıyamayacak hale gelmiş kentler var.
Her kongre sürecinde akın akın belediyelere doldurulmuş insanları bu kent taşımak zorunda değil.
Bunun emek dostluğu ya da emek düşmanlığıyla ilgisi yok.
Laf ebeliği yaparak, bu kente düşmanlık etmenin gereği de hiç yok...
Dikkat ettiniz mi?
Belediyelerde bu kadar kavga, gürültü oluyor, bir tek Allah'ın kulu çıkıp da, ''Ben istifa ediyorum, kendimi özel sektörün sevecen kollarına atıyorum'' demiyor, demeyi aklına bile getirmiyor.
Getirmez, getiremez...
Karl Marks kimseyi, bu kadar aleni bir şekilde ortada olan çarpık bir tabloyu savunmak zorunda kalacak kadar çakma solcu yapmasın...
Beğenmiyorsanız basın istifayı, kapı orada...
Özel sektörde milyonlarca insanın keyfi nasıl yerinde, bildiğiniz gibi değil...
Bu arada, emek tarafı işin suyunu çıkarıyor da diğer taraflar boş duruyor sanmayın.
Hala, hem de çoğu kent dışından çatır çatır eleman almaya devam ediyorlar.
Bu kentin mezarlıkları, yatacak yeri olmayanlara yetecek kadar büyük değil...