Ilık bir mayıs gününde doğmuş, yine ılık bir mayıs gününde de ölmüş.

26 Mayıs 1904 -25 Mayıs 1983

Vikipedi’de; Şair, romancı, oyun yazarı, İslamcı ideolog ve komplo teorisyeni olarak geçiyor adı.

‘Kaldırımlar Şairi’ olarak anılıyor.

Kumara, alkole ve kadına düşkünlüğü ise had safhada.

Kişiliğiyle ilgili belki de en önemli sözü Oktay Akbal söylemiş:

‘’ Bizimle sohbet ederken içeri bir dinci yandaşı girerse hemen tavır ve ağız değiştirir, namaz ve niyazdan söz etmeye başlardı.’’

1951-1959 yılları arasında Adnan Menderes’in örtülü ödeneğinden aldığı para 147 bin lira. Yassıada Davası tutanaklarında yer alan bu konu onun ne kadar da kurnaz/bencil biri olduğunun kanıtı.

O tarihlerde 5 tonluk bir Austin kamyonun fiyatı 5 bin lira. Demek ki bu para ile 30 kamyon alınabiliyordu.

Tarihçi Ayşe Hür, onun örtülü ödenekten para talep etmesini kumar bağımlılığı ile açıklıyor.

Kişiliğiyle ilgili konuya dönelim:

Genç Cumhuriyet, okuyup adam olsun diye Necip Fazıl Bey’i 1924 yılında Avrupa’ya gönderiyor. Burs veriyor. Beyefendi, Paris’teki öğrenciliğinde bu bursla kumar oynuyor. Milli Eğitim Bakanlığı bu rezaletten haberdar olunca Berlin’deki öğrenci müfettişini Paris’e yolluyor. Müfettiş Zeki Mesut Bey,’’ Vekâlet, sürdüğünüz hayat bakımından tahsisatınızı kesiyor.’’ diyor ve son tümcesini söylüyor: ‘’ İşte son aylığınız ve memlekete dönüş paranız!’’

Kumarbaz Necip Fazıl, ne mi yapıyor o parayı?

Öğrenci müfettişinden aldığı parayı cebine koyup hepsini o akşam kumar masasına yatırıyor ve kaybediyor.

Cumhuriyet’in parasıyla kumar oynayan beyefendi, sözüm ona dava adamı!

*

Kumar!

‘’ İşte felaketim! Kendimden kaçmak ve içimdeki sabit fikirleri uyutmak için bende ilâç haline gelen gebertici zehir… Beni çürüten, şahsiyetimi lif lif yolan, dış hayata ve cücelere karşı müdafaalarımı tek tek düşüren bu zehir, şeytanın içime girmek için ruh kalemde açtığı en korkunç gedikti.’’( O ve Ben- Sayfa 73)

Kumarla ilgili başından geçenleri 2005 yılında Birleşik Yayıncılık tarafından basılan ‘ ON’ adlı kitabımda bakınız nasıl yazmışım:

‘’ Necip Fazıl, kumar oynarken bir kumarhanede yakalanır. Karakolda ya da savcılıkta verdiği ifade aynen şöyledir; ‘’ Ben kumarhaneleri tetkik etmeye gittim.’’

Bu komiklik karşısında Yeni İstanbul gazetesinden Fikret Adil, Cumhuriyet gazetesine şöyle yazar;’’ Atatürk’e saldıran bu adam kumarbazdır.’’

Fikret Adil, kendi gazetesinde de ‘’ Necip Fazıl, şimdi muhakkak kumarhaneyi incelemeye gittim diye ifade verecektir.’’ der.

Necip Fazıl, iki yazıdan dolayı Fikret Adil’i mahkemeye verir.

Fikret Adil’le birlikte Cumhuriyet’in yazı işleri müdürü Cevat Fehmi Başkut da sanık durumundadır. Necip Fazıl, hangi sebepledir bilinmez Cumhuriyet’i karşısına almak istememektedir.

Duruşmada ‘’ Ben Cevat Fehmi aleyhindeki davadan vazgeçiyorum.’’ der.

Bu durumda olmayan bir suçtan dolayı iki kişiye dava açılamayacağından dava düşer.

Fikret Adil, Necip Fazıl’ı kolundan dürterek’’ Allah seni şaşırttı.’’ der.

Necip Fazıl hırsından deli olur, kudurur. Dışarı çıktığında Fikret Adil kahkahalarla güler. Mahkeme dışında Necip Bey’in dinci taraftarları toplanmış hocayı beklemektedir. Tayfanın çokluğuna güvenen Necip Fazıl, kahkahalar atan Fikret Adil’e dönerek’’ Fikret beni kızdırma, seni öldürürüm.’’ der. Muzipliği üstünde olan Fikret Adil’’ Gel şu sokağa sapalım da orada öldür.’’ karşılığını verir. Necip Fazıl ‘’ Niçin?’’ deyince yanıtı şu olur: ‘’ Bu sokağın adı Şeref Sokağı’dır, şerefli bir iş yapmış olursun.’’

*

Başka bir anı…

‘’ Sabaha karşı evine dönen Fikret Adil, tam uyuyacağı sırada kapısı çalar. Açar. Karşısında sakalı bir karış uzamış Necip Fazıl!

‘’ Rahatsız ettim. Uyandırdım mı?’’ der ve ekler: ‘’ Bana 100 lira avans ver. Bak, elimde şu dosya var ya, içinde bir senaryo var. Bunu Demirağ’a satacağım. Saat 5’te buluşacağız. On bin papel alacağım. Hemen borcumu öderim.’’

‘’Daha aylık almadık.’’ der Fikret Adil.

‘’ Atma! ‘’ der Necip Fazıl.’’ İkramiye bile aldınız. Bir şeyler ver hemen. Ama önce bir tuvalete gideceğim.’’

O tuvalete gider gitmez Fikret ceplerini boşaltır. Sadece 15 lira bırakır. Tuvaletten dönen Necip Fazıl’’ Paralar nerde?’’ diye sorar:’’ Cebime bak, ne bulursan al!’’ yanıtından sonra paranın on lirasını alır, seslenir:’’ Piyango bileti de var!’’

‘’ Var ama bir şey çıkmadı.’’ diyen Fikret Adil’e aldırış etmez.

‘’ Ben bir daha bakayım, belki yanlış görmüşsündür.’’ der. Bileti alır gider.

*

Kişiliğiyle ilgili başka bir anı…

12 Eylül sonrası…

TRT Televizyonunda bir söyleşi yapıyorlar kendisiyle. Programcı Türk şiirinin durumunu soruyor.

‘’ Benden sonra şiir mi yazıldı ki, benden sonra şair mi geldi?’’

Yanıtı aynen böyle!

Şu da var ki,1924-1934 yılları arasında ‘ genç şair ‘ olarak kabul görmüş /bir yığın zirzopluk yapmış ama başta Nurullah Ataç olmak üzere çoğu Cumhuriyetçi, devrimci, Kemalist ve solcu olan kuşak arkadaşlarından da ‘dâhi’ muamelesi görmüş.

Özdemir İnce ‘’ Necip Fazıl’ın düşünce örgüsü; din, tasavvuf ve mistisizm ekseninde gelişmiş ve fikri mücadelesini bu çerçevede sürdürmüştür.’’ diyor Necip Fazıl için.

Soğuk savaş döneminde de antikomünizmin öncülerinden biri sayın Fazıl.

Devrimci/ Yurtsever gençler 6. Filo karşıtı gösteriler yaparken o, protesto eden gençleri eleştiriyor. Bu yanıyla da militan bir Amerikancı!

*

12 yaşında şiire başlayan Necip Fazıl, ilk şiir kitabını 17 yaşında yayımlamış. Alkışlanacak bir başarı!

Şiirleri de MEB’in ders kitaplarında okutulmuş.

Onu ünlü yapan ise Paris dönüşü yayımladığı ‘ Örümcek Ağı ‘ ile ‘Kaldırımlar ‘ adlı şiir kitapları.

*

1904 yılında doğmuş. Maraşlı bir ailenin oğlu. Babası hukukçu Abdülbaki Fazıl Bey, annesi Giritli bir ailenin kızı olan Mediha Hanım.

Ailenin tek çocuğu.

Çocukluğu, dönemin ünlü yargıçlarından olan büyükbabası Mehmet Hilmi Bey’in Çemberlitaş’taki konağında geçiyor.’’ Büyükbabam İstanbul Cinayet Mahkemesi ve İstinaf Reisliğinden emekli Maraşlı Kısakürekzâde Hilmi Efendi’’diyor.

Ayda 5 altına kalabalık ailelerin geçindiği o günlerde, büyükbabası emekli aylığı olarak 80 altın alıyor.

Varsıl bir aile kısaca… ‘’ Galiba İstanbul’a gelen ilk otomobillerden birini babam satın almıştı.’’ diyor.

‘’ Bütün çocukluğum, ilk çocukluğum hastalıkla geçti. 10-15 yaşıma kadar bir çocuğun çekmesi mümkün ne kadar hastalık varsa hemen hepsini çektim.’’

Hem de kocaman bir konakta yaşarken…

*

Kendi deyişiyle’’ Harem ve selâmlık halinde iki kapılı, dört katlı ve bilmem kaç odalı bu konak, içinde yakıcı hatıraların kaynaştığı tütsü çanağıdır. Renk renk, şekil şekil, fısıltı fısıltı hatıralar. Bazen de çığlık çığlık…

Selamlık kapısının önünde, bodrum katının üstünde, birkaç merdivenle çıkılan köşeleme mermer bir sahanlık ve yanında küçücük bir bahçe… Mermer sahanlığa üst katın çıkıntısından iki sütun iniyor. Ve giriş kapısı…

Asıl bahçe, büyük bahçe konağın arkasında. Bahçenin iki ucunda uşak odası ve çamaşırhane, iki ayrı binacık. Ortada, yakın bir bildik gibi suratının bütün çizgileriyle tanıdığım bir dut ağacı. Bahçenin konak tarafında, dikine batırılmış çakıl taşlarından daracık bir yol. Bahçeye, komşu konakların arka cepheleri bakıyor. Şu esvapçıbaşının, şu bilmem kimin evi…

Konağın içi müthiş girift. Kocaman bir salon. Sofalar üzerinde büyüklü küçüklü odalar; ve odalardan geçtikçe oradan ve buradan sağa sola kıvrılan dehlizler, geçitler, aralıklar, merdivenler, bölümler… Her taraf loş, her köşede her an akşam havası… Rutubet kokuyor her taraf.

Konağın birinci katında taş zeminli büyük yemek odası.

Ayrıca resmî ziyaretlere mahsus odalar… İkinci katında teklifsiz misafirlere ait büyük salon-sofa. Buradan geçilen ve arka bahçeye bakan şatafatlı salon; ve oraya karanlık bir koridorla bağlı büyükbabamın kitap odası. Sonra, üçüncü kattaki yatak odamız. Bu odanın yaldızlı çıtalarla çerçeveli siyah kadife kaplı tavanı, onun karşısında ve sokak üstünde büyükbabamla ciciannemin(babaannemin) büyük, çok büyük yatak odaları… Derken dördüncü kat ve tahtapoşlar…Yedikule’den gelen trenlere bakan ve insana baş dönmelerinin bucak bucak kan lekelerini taşır.’’

*

4-5 yaşlarında iken dedesinden okumayı öğreniyor ve büyükannesi Zafer Hanım’ın da etkisiyle tutkulu bir okur haline geliyor.

‘’Bilmem ki, 4-5 yaşında su gibi okuyup yazıyordum desem inanır mısınız? O zamanın ağdalı diliyle günlük gazeteleri okuyor, anlıyor, hatta anlatıyordum.’’ diyor anılarında.

Maraşlılık, Anadoluluk şuuru nedeniyle’’ Büyükbabam, oğlunun ve torununun İstanbul’da doğmuş olmalarına karşın beni kökümle, kök nisbetimle ilgilenmeye davet ederdi.’’ diyen Necip Fazıl’ın Kısakürek soyadına gelince…

‘’Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi’nde Maraş’ı zaptettikten sonra bir caminin açılış merasiminde bir kürek lazım olmuş da, cedlerimizden kısa boylu birini omuzlarından itip ‘’ Alın size bir kısa kürek!‘’diyesiymiş.

Kısa süre Gedikpaşa’daki Fransız Frerler Mektebi’nde okuyor. 1912 yılında Amerikan Koleji’ne kaydediliyor ancak yaramazlıkları nedeniyle bu okuldan atılıyor. Eğitimine önce Büyükdere’deki Emin Efendi Mahalle Mektebi’nde, ardından yatılı bir okul olan Raif Ogan’ın yönettiği Rehber-i İttihat Mektebi’nde devam ediyor. Bu okulda da fazla kalmayıp Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi’ne ve daha sonra seferberlik nedeniyle gidilen Gebze’nin Aydınlı Köyü İlk Mektebine yazılıyor.

Öğrenimini Heybeliada Numune Mektebi’nde tamamlıyor.

1916 yılında sınavla Deniz Harp Okulu’na giriyor. 5 yıl bu okulda öğrenim görüyor. Nazım Hikmet de o sıralar bu okulda ve iki sınıf üstte…

Şiirle bu okuldayken ilgilenmeye başlıyor.

Nihal adında haftalık bir dergi çıkarıyor. Gerçekte Ahmet Necip olan adı, bu okuldayken Necip Fazıl oluyor.

Bu okuldayken din dersi hocası Aksekili Ahmed Hamdi Efendi. Tarih hocası ise boyuna burnunu karıştıran Yahya Kemal. Hamdullah Suphi Tanrıöver de o günlerde bu okulda çalışıyor.

Okulda lâkabı ‘şair’ Bir de ‘ Koca Kafa’

O yıllar için şöyle diyor: ‘’ İçinde hayatımın en güzel dört senesi geçen ve şahsiyetimin temel duyguları pişen Bahriye Mektebi.’’

Babası annesinden ayrılıp bir başka kadını alınca annesi, anneannesiyle birlikte Erzurum’da polis müdürü olan dayısının evine giderler.

Erzurum günlerinde atıyla birlikte bir kadına çarpan Necip Fazıl’a genç bir dadaş ‘’ Ata binmeyi bilmezsin. Zenne kişiye de çarparsın. N’ola senin halin!’’ deyince Necip Fazıl’’ Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’’ der. Erzurumlu genç Dadaşın yanıtı da şu olur: ‘’ İstersen vali paşanın oğlu ol, haydi çek git! ‘’

1921’de Darülfünun’un Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi’ne giriyor.

1924’te Maarif Vekaleti’nin açtığı sınavda başarılı bulunduğundan Paris’e gönderiliyor. Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne giriyor. Bohem yaşamı sürdüğü Paris’te, ileride hiç kurtulamayacağı kumar illetine ilgi duymaya başlıyor.

‘ O ve Ben ‘ kitabında şu satırlarla kendisini anlatıyor:

‘’ On yaşlarında bir çocukta kadın diye bir mesele, içini kavuran bir his var mıdır? Başkalarını bilmiyorum fakat bende karşı durulmaz bir duyguydu bu.’’

O ve Ben’in 111. Sayfasına gelelim:

‘’Kalbimde büyük buhran içinde sezemediğim bir hâlet… Abdülhakîm Efendi Hazretlerine hudutsuz bir aşk…’’

1934 yılında tanıştığı Nakşî Şeyhi Abdülhakîm Arvâsî’in müridi olduktan sonra amansız bir Cumhuriyet / demokrasi ve devrim düşmanına dönüşüyor. Nakşibendiliğe bu sürede dahil oluyor.

Arvâsî Hazretleriyle tanışmadan önceki dönemde ortaya koyduğu çalışmalarını reddedip onları çöpe attığını bildiren Necip Fazıl, kendisiyle ilgili yazacak olanlar için de ‘’ Çöplükleri ise ancak köpekler karıştırır.’’diyor.

Özdemir İnce onun için şöyle yazmış: ‘’Muhteremin tavrı; bir seri katilin, cinayetlerini inkâr ederek temize çıkma çabasına benziyor.’’

Kurnaz dedim ya…

Büyük Doğu da aralarında olmak üzere dergi çıkarmak için Celal Bayar ve Adnan Menderes’ten para istediği gibi, CHP’nin tek parti döneminde öğretmenlik istemek için Hasan Ali Yücel’e, İş Bankası’na atanmak için de İktisat Bakanı Celal Bayar’a yaltaklanması onun kişiliğini daha iyi açıklıyor GİBİ.

Özdemir İnce,’ Cumhuriyet’in Şairi NÂZIM HİKMET/ Cumhuriyetsiz Şair NECİP FAZIL’ kitabında bir başka önemli noktaya da açıklık getirmiş.

‘’ Muhteremin ömrünün yarısını hapiste geçirdiği sanılabilir’’noktasından hareketle CHP İktidarında, Demokrat Parti döneminde ve 27 Mayıs 1960’tan sonra tamı tamına 3 yıl,8 ay, 14 gün hapis yattığını yazmış.

*

Özdemir İnce’nin tanımıyla ‘’ Cumhuriyet düşmanı megaloman ‘’ Necip Fazıl,1943 yılından itibaren siyasal tavrını ve Türk modernleşmesine eleştirisini ortaya koyan faaliyetlerine başlıyor. 17 Eylül 1943’te bu amaçla olsa gerek İslâmcı ‘ Büyük Doğu ‘ dergisini çıkarıyor. Değişik takma adlarla da yazılarını yayımlıyor. Takma adlarını sıralayalım:

B.A.B., İstanbul Çocuğu, BÜYÜK DOĞU, Fa,Tenkitçi, N.F.K., Ne- Mu, Ahmet Abdülbaki, Abdi’nin Kölesi, HA.A.KA., Adıdeğmez,Bankacı,Be-De,Prof.Ş.Ü.,Dilci,İstanbullu, Muhbir, DedektifXBir

28 Haziran 1949’da da Büyük Doğu Cemiyeti’ni kuruyor. Bu cemiyeti nedense 26 Mayıs 1951’de ani bir kararla feshediyor. Örtülü ödenekten aldığı paraya karşılık kapattığı iddia edilir.

1973’te hacca gidiyor.

Bir yıl boyunca büyük bir uykusuzluk çekmiş Necip Fazıl.

Abdülhak Hâmid de her ân Necip Fazıl ile buluşmak isteyenlerdenmiş. Eşi Lüsyen Hanımefendi de…

Peyami Safa da Necip Fazıl’ın iyi dostlarından.

Peyami Safa’nın kimliğine gelince…

İkinci Paylaşım Savaşı yıllarında Hitler’i savunan, içki ve esrar bağımlısı biri.

*

Paris’te geçen bohem günlerinden sonra Türkiye’ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalışmış.

Bir Fransız okulu, Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuvarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde hocalık yapıyor.

Özdemir İnce, kitabında bir ayrıntıya da dikkat çekiyor: ‘’ …Kanımca Necip Fazıl Bey, Fransa’ya Edebiyat Fakültesinin Felsefe Bölümü’nü bitirmeden gitmiş ve orada da üniversite diploması alamamıştır.’’

1941 yılında Fatma Neslihan Balaban ile evlenmiş ve bu evlilikten Mehmet, Ömer, Ayşe, Osman ve Zeynep adlı beş çocuğu olmuş.

25 Mayıs 1983’te de ölmüş.

*

‘’ Kaldırımlar ‘‘ şiiriyle tanıdım Necip Fazıl’ı. Çok da beğendim doğrusu. Özgeçmişine merak salınca sevilesi/ sayılası bir portre olmadığına inanır oldum.

Kimi siyasiler, kalabalıklar karşısında onun şiirlerini dillendiriyor. İstedim ki hem kendi kitabından ( O ve Ben) alıntılarla hem de Özdemir İnce’nin kitabıyla ayrıntılı bilgi sahibi olsun okurlarım.

Kütüphanecilik yapıyoruz ya… Kitabevleri ve sahaflar ziyaret edilmezse olmuyor.

Yukarıda adını andığım kitapları bir çırpıda okumamın nedenine gelince…

Okuyup hemen Tire’de açacağımız kütüphaneye göndereceğim çünkü.

Okumuşken, öğrendiklerimi de paylaşayım dedim.

Necip Fazıl’ın Menemen Olayı ile de yazdıklarına/ konuşmalarına yer vermek istiyordum ama onu da bu konuyla ilgili yazan Kemal Anadol’a bırakıyorum.

Bilindiği gibi, Menemen Olayı hakkında 1 ve 5 Ocak 1931 tarihli ‘Hâkimiyet-i Milliye ‘ gazetesinde hükümet lehine, hatta çok daha sertlik yanlısı yazılar yazarken 1969 tarihli ‘ Son Devrin Din Mazlumları’ kitabında tam tersi görüşleri kaleme almıştır.

Kurnaz mı kurnaz bir şair ve düşünce adamı Necip Fazıl!

Belli ki bugünün kimi siyasileri tamamen onun izini sürmekte.