İlkbahar geldi diye sevinsem mi kış bitti diye üzülsem mi?
Mevsimlerden en çok kışı seviyorum. Nedenine gelince… Ben soğukların adamıyım çünkü.
Bahar ve yaz dururken, ortalık yemyeşilken Ocak ayında Kiev’e gidip karların buzların içinde bir hafta yaşamış adamım ben.
Soğuğu, karı ve yağmuru çok seviyorum. Yaz bana göre değil.
Gel gelelim, mart ayı da bir başka güzel…
3 Mart, 6 Mart, 8 Mart, 12 Mart, 14 Mart, 18 Mart, 21 Mart, 27 Mart, 30 Mart benim için belleğimden çıkmayan önemli günler.
Bu 8 Mart’ta eşimi sabah sabah kutlamak vardı ama bu cumartesi onun iş günüydü. Erkenden kalkıp gittiği için gününü kutlayamadım. Nasılsa akşama görüşeceğiz diye heyecan yapmadım.
Saat 10.30’u bekledim. WhatsApp’tan önce kızımın gününü kutladım. Uyuyordur diye telefon açmadım. Ardından teyzemle ve Handan’la konuştum. Hem de uzun uzun… Sonra Gülten ve canım yeğenim Janset, dünürüm Alev Hanım ve arkadaşım Nüket Hürmeriç’in kadınlar gününü kutladım. Ardından on, on beş kadar arkadaşımı da iletiyle kutladım.
Suat Çağlayan’ın Yakın Kitabevi’nde imza günü vardı. Ekrem İmamoğlu da İzmir’e gelmişti. Her ikisine de zaman ayırıp gitmek vardı ama evde gazete ve kitaba dalınca olmadı.
15.30’u bekledim. Evden çıkıp Bostanlı’ya gidecektim çünkü Kemal Anadol’a…
Girne Bulvarı’ndan otobüse bindim. Önce kadın sürücünün gününü kutladım. Teşekkür edip gülümsedi. Ardından yanıbaşımdaki orta yaşlı kadının… ‘’Bu ne kutlaması?’’ der gibi bakınan güleryüzlü/ başı örtülü kadına da ‘’Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, gününüz kutlu olsun!‘’ dedim. Öyle mutlu oldu ki, gülümsedi. Genç bir delikanlı yer verince yanımda oturan kadının da gününü kutladım tebessümle… Yunuslar Durağı’nda inerken benimle birlikte inen genç kızın da…
Tramvaya binince de dört beş kadının kadınlar gününü kutladım. Her biri mutlu bir yüz ifadesiyle teşekkür etti.
Vilayetler Evi Durağı’nda inince kendi kendime mırıldandım. ‘’Aferin Recai, bugün çok iyiydin.’’
Sabahtan da kapıcımıza akşamdan yazdığım 8 Mart’la ilgili kutlama afişlerini teslim ettim. 3 bloka da asmış. Her önemli günde ben o günle ilgili afiş hazırlıyor, yöneticimizin onayını alıyor ve kapıcıya teslim ediyorum. 60 dairede oturan herkes apartman girişindeki panoda o afişleri görüp okuyor.
Nerden esinlendin de yapmaya başladın bu işi derseniz, hemen söyleyeyim: Hans Fallada’nın "Herkes Tek Başına Ölür’’ romanından…
Neyse…
Hidayet Karakuş ile buluştuk. Sevgili Karakuş’u bir başka severim. Beyefendiler beyefendisidir. İyi şairdir. İyi dosttur.
16.15’te Kemal Anadol’un zilini çaldık.
Güleryüzlü Zülfiye Hanım’ın gününü kutlayıp çam sakızı çoban armağanı türünden olan getirdiğim minik armağanı uzattım kendisine. Onun bana
‘’Abiciğim‘’ deyişine bayılıyorum.
Ardahan Totuk’un kızının bana ‘’Recai amcacığım‘’ deyişi gibi içtenlikli…
Kemal Bey, siyasette yeri doldurulamaz diye bildiklerimden. Siyasi konularda danışılacak bir portre. Dile kolay 5 dönem milletvekilliği yaptı.
31 Mart 2024’ten bu yana Karşıyaka Belediyesi onu yeni keşfetti hele şükür.
Siyasetçiliği dışında kalemi güçlü bir yazar. Hatta ödüllü bir yazar!
Bunların dışında çok iyi bir hatip!
Başka?
Zihni Anadol’un oğlu o!
Daha başka?
Mangal yürekli hukukçu!
Nerden biliyorsun derseniz… Yıllar önce yargılanıyor. Direncini hiç kaybetmeyen biri olarak… Çoğunluğun pıstığı/ korktuğu bir dönemde o, kendisini yargılayan yargıç hakkında soruşturma açılmasını istiyor.
Bir başka özelliği de kim ne derse desin, bildiğini okuyan biri Kıvılcım Kemal Anadol.
İlk adının Kıvılcım olduğunu bilmiyordunuz değil mi? Şimdi öğrenmiş oldunuz.
Onun bu anısını sizlere aktarırken Salihli’deki İGD’li yıllarım geldi gözümün önüne.
Lisede okuyan kardeşime ‘’Poz Ahmet ‘’ diye bilinen müdür yardımcısı Ahmet Öztürk, hakarette bulunmuş. Gelip bana söyleyince kardeşimi yanıma alıp öfkeyle doğruca Salihli Lisesi’ne… Odasına girip yaptığı hakaretin hesabını sormaya…
Yaptığı işin doğru olmadığını, buna hakkının da olmadığını söyledim öfkeyle. Oturduğu koltuktan kalkıp bana hakaretimsi sözler sarfedince üstüne yürüdüm. Ne olduysa oldu, yere düştü. Zile basıp hademelerden yardım istedi. Bu arada emniyete de telefon açıp ‘’Makamımda saldırıya uğradım.’’ dedi ve yardım istedi. Emniyetle konuşurken bana da ‘’Gitme, kaçma!‘’ der gibi konuşmayı ihmal etmedi.
Kaçıp gidecekmişim gibi…
15 dakika sonra bir polis ile bir bekçi gelip bizi emniyete götürdü.
Aynı gün mü ertesi gün mü iyi anımsamıyorum adliyede Yargıç Şadi Hekimoğlu’nun karşısındayız. Yargıca kendisine vurduğumu / yere düşürdüğümü anlattı heyecan içinde. Yargıç bir ara gülümser gibi oldu. Çünkü Poz Ahmet 90-100 kilo kadar ben ise en fazla 60. İncecik biriyim.
Ezcümle, benim beraatime karar verildi.
Oturduğum sanık sandalyesinden kalkıp
‘’Sayın Yargıç, benim bunca zamanımı aldı boşu boşuna. Kendisi hakkında şikâyetçiyim!‘’
Nezarette geçirdiğim saatler iyice canımı sıkmıştı çünkü.
Şadi Hekimoğlu,
‘’Kaymakam 15, 20 metre ötede. Git ona yap şikayetini!‘’ deyince ben de dilekçemi yazıp kaymakamın karşısına çıkmıştım o gün.
Tam da o günlerde Leipzig Duruşması’nı okumuştum.
Dimitrov’dan öyle etkilenmiştim ki her mahkemeye çıktığımda gözlerimin önündeydi o!
Ben de yargılandığım her mahkemede (ağır cezalar dahil) kendimi Dimitrov sanmaya başlamıştım. Lâf aramızda Lenin, Dimitrov ve Atatürk bir başkadır benim için.
Hukuk okumadım ama okusaymışım başarılı bir hukuk adamı olurdum herhalde.
Ağır cezada yargılandığım yıllarda da mahkeme başkanının
‘’Avukatın yok mu senin?’’ sorusuna ‘’Gerek yok, ben kendimi savunurum.’’ demiştim. Laf aramızda o yargıçla da sonraki yıllarda dost olmuştuk. Mahkeme dosyasını kitaplaştırmış kendisine armağan etmiştim.
Kemal Anadol, mahkemelerde yanlış yaparsa babasının kulağını çekeceğini biliyor. Bir de iki yüzlülük/ yalan dolan bilmiyor. Kolay mı 5 dönem seçilmek?
Partisinin kurucusunun izinde. ‘’Gerçekleri konuşmaktan korkmayınız.’’ demiş ya Atatürk’ümüz… O da kendi partisi de olsa gerçekleri söylemekten kendini alıkoyamıyor. Bu nedenle bazen partili arkadaşlarını kızdırıyor.
‘’Şu meclistekiler var ya, Sözcü ve Cumhuriyet okumakla her şey bitiyor zannediyorlar.’’ diyerek kitap okumadıklarını anlatmaya çalışıyor.
Anılarını, projelerini, önümüzdeki günlerde nerelerde hangi konularda konuşacağını dinledik. O anlattıkça biz sustuk. Dile kolay memleketin en iyi hatiplerinden biri konuşuyor karşımızda.
Zaman su gibi akıp gitmiş meğerse. Nerdeyse akşam olmuştu yanından ayrıldığımızda.
Şu var ki, ‘’Karaburun’a Şeyh Bedrettin- Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in Heykeli‘’ nin dikilmesiyle ilgili projesi, eminim İzmir’in entelektüelleri ve büyükşehir belediye başkanı Sayın Cemil Tugay tarafından da alkışlanacak ve hemen harekete geçilecektir.
Bu konuda Yılmaz Büyükerşen ile Eskişehir’de geçtiğimiz günlerde konuşup heykel konusunda desteğini almış bile!
Özetle, bizim 8 Mart’ımız çok güzel geçti. Sizin?