Su kesintileri başladığından bu yana İzmirlinin keyfi kaçık.
. Vatandaş, kesinti nedeniyle suya erişemezken kamu kurumlarında hangi tasarruf tedbirleri uygulandı acaba diye de düşünmeden edemiyorum.
. Belediye ve kamuya ait binaların önceki dönem su faturaları ne kadardı? Kesinti döneminde ne kadar fatura geldi acaba?
. İzmir’de su kayıp-kaçak oranının yüzde 25-30 seviyesinde olduğu söyleniyor. Bu süreçte bu oranı düşürmek için hangi çalışmalar yapıldı, sonuç nedir, merak ediyor insan.
. Eğer altyapıda ciddi kayıp varsa iki günde bir kesinti uygulanması çözüm müdür?
. Çöp dağları niçin oluşuyor?
Sonuca gelelim.
Kayıp suyu önce kim durdurmalı?
Kamu binalarında sensörlü sistem zorunlu olsa bugünkü tabloyla karşı karşıya gelir miydik?
İzmir hergün beş bin ton çöp üretiyor.
Harmandalı sorunu ortada. Nakliye yetersiz. Yeni bir çöp dökme alanı henüz netleşmiş değil.
Dünyayı en çok kirleten iki ülke belli. Karbonun yarısı neredeyse onların. Bizim payımız yüzde 1 bile değil.
Gelgelelim, suyu öncelikle kesilen biz oluyoruz.
Yaşamımıza müdahale var.
*
Dikkat ediyor musunuz bilmem.
Güzel havalarda Karşıyakamızın özel mi özel, güzel mi güzel park, bahçe ve deniz kıyılarında adeta piknik yapan insanlar, yedikleri içtikleri çeri çöpü bulunduğu yere bırakıyorlar, ortalığı kirletiyorlar.
Karşıyaka’da oturan, kentlilik bilincine sahip biri/ birileri yapmaz bunu.
Büyük olasılıkla cumartesi ve pazar günleri Karşıyaka’ya gelen yabancıların işi bu.
Belediye, bu konuda uyarıcı yazılarla ve o gün görevlendirilmiş zabıtalarla bunun önüne geçebilir pekala.
Oturduğum kentin kirletilmesini istemiyorum çünkü.
Karşıyaka Caddesi boyunca, Hergele Meydanı’ndan İzban İstasyonuna kadar caddenin sağında ve solunda mini boyutlarda öncelikle Karşıyaka’nın, daha sonra ülkemizin yetiştirdiği ünlü ressam, heykeltıraş, tiyatrocu, sinemacı, şair, yazar, gazetecilerin büstleri ya da heykelcikleri dikilemez mi?
Tiflis’te böyle bir caddede gidip geldim annemle birlikte. Öyle de mutlu olmuştuk ki…
Değerbilirlik kokuyordu o cadde.
*
Soran/ sorgulayan insanlara büyük bir saygı duyuyorum.
Sorup sorgulamanın içinde eleştiri oluyor tabii ki…
Mülkiyeliler Derneği’nin önceki başkanlarından, Atakent’te oturan Ayhan Bülent Toptaş’a hayran oldum yazdığı bir dilekçe nedeniyle.
CHP Karşıyaka İlçe Başkanına semtindeki bir sorun nedeniyle çok incelikli yazdığı dilekçenin ilk paragrafı şöyle:
‘’Atakent Mahallesi’nde yıllardır görme engelli yurttaşlarımıza hizmet veren Görme Engelliler Kütüphanesi’nin kapatılarak yerine kafe yapılması sıradan bir uygulama değil, partimizin kimliği açısından da ciddi bir sınav niteliğindedir.’’
Devamla…
‘’ Bu karar, partimizin temsil ettiği ‘ Kamucu-halkçı-katılımcı-sosyal belediyecilik’ ilkeleriyle taban tabana zıttır. Mahalle halkının açık ve ısrarlı itirazına karşın bu projenin sürdürülmesi, CHP’nin kendi seçmeninin sesini duymadığı yönünde tehlikeli bir algı yaratmaktadır.’’ diyor.
İsteği de çok masumca:
‘’ Bu alanın SEMT KİTAPLIĞI olarak yeniden işlevlendirilmesi için girişimde bulunmasını saygıyla talep ediyoruz.’’
Umarız; CHP İlçe Başkanı ve Karşıyaka Belediye Başkanı Ayhan Bülent Toptaş’ın ve mahallelinin bu isteğine kulak verir.
*
Merak bu ya…
Ekranlarda tanık olduk.
Atanamadığı için iki gözü iki çeşme ağlayan gepegenç öğretmen adayı kız öğrenci, Cumhurbaşkanına derdini anlatmaya çalışıyor arkadaşlarıyla. Heyecanlı mı heyecanlı aynı zamanda.
Öğretmen adayı bu gençlerin şehir şehir Cumhurbaşkanını takip ederek kendisine ulaşmaya çalıştıkları herkesin malumu…
Öğrencilerin ağlaya ağlaya sorunlarını dile getirmeleri sadece beni değil, milyonlarca insanı da eminim çok üzmüştür.
Asık bir suratla öğrencileri dinleyen Cumhurbaşkanının o başörtülü iki gözü iki çeşme olan kız öğrenciye ne dediği kulaklarımdan hiç çıkmadı iki gün boyunca:
‘’ Yalan söylüyorsun! ‘’
Öğrenci ne diye yalan söylesin ki… Cumhurbaşkanının öğrenciye vermesi gereken yanıt böyle mi olmalıydı? Bir psikolog, bu sahneyi yorumlamalı bence. Vatandaşına güvenmeyen bir devlet başkanı ile karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanlığını unutup öğrenciye bir de şöyle diyor:
‘’ Benim partimin kapısı kimseye kapanmaz! ‘’
Öğrenci, benim bildiğim tarafsızlık yemini yapmış Cumhurbaşkanı ile konuşuyor. O Cumhurbaşkanı da ‘’ Benim partim… ‘’ diye başlıyor sözlerine.
Bir sosyolog, siyasetbilimci ya da felsefeci bu sözü yorumlamalı.
Çocuğu, öğrenciyi, vatandaşı bağrına basan Cumhurbaşkanı Atatürk’ten, öğrenciye ‘’ Yalan söylüyorsun’’ diyen Recep Tayyip Erdoğan’a…
O öğrencilerden birinin ‘’ Biz size güvendik. Bu kontenjanlar Türkiye tarihinde hiçbir zaman görülmedi. 800’den 29’a düştü.’’ demesi ise binlerce öğrencinin tercümanlığıydı.
Herkese güvenmemek gerektiğini anlatan bir tümce…
Bir başka ilginçlik …
İstanbul/ Yeşilköy 50. Yıl Anadolu Lisesi’nde olup bitenler…
Cumhuriyet’te Barış Terkoğlu yazdı. Çeşmelerden su akmıyormuş. Tuvaletler, sınıflar temizlenmiyormuş. Dersler boş geçiyormuş. Öğrenciler derste elektronik sigara içiyormuş. Okulun rehber öğretmeni, danışan öğrencileriyle müstehcen konuşmalar yapıyormuş. Öğretmenlerin bazıları öğrencilerden sigara istiyormuş.
Bu ülkede eğitimden sorumlu bir bakan var mı diye sormaya tabii ki hakkınız var.
Hizbuttahrir’in ‘’ 10 Kasım’da zorunlu ibadeti reddediyoruz.’’ açıklaması ise düşündürücü.
Demek ki bir şeyin zorunlu yapılması, hiç de alkışlanacak bir sonuç doğurmuyor.
Atatürk’e saygı törenleri, bu grubun canını sıkıyor belli ki…
Merak ediyorum, birileri de dese ki ‘’ Zorunlu din derslerini reddediyoruz.’’
Beyler ne düşünür acaba?