Geçen her yıllarda olduğu gibi, içinde bulunduğumuz aralık ayında 2026 yılında uygulanacak asgari ücret görüşmeleri bir kez daha gündemin en öncelikli konuları arasında olacak.

Taraflar bu konuda görünürde bir müzakere süreci yürütecek olsa da, nihai karar yine TÜİK'in gerçeği yansıtmaktan uzak revize verileri ve TCMB tahminlerine göre Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecektir.

Şu anda masada yer alan senaryolar, bu ücretin 26.500 TL ile 30.000 TL arasında bir düzeye ulaşabileceğini gösterse de, tartışmanın yalnızca rakamlardan ibaret olmadığı açıkça görülüyor. Asıl kritik nokta, enflasyonu kalıcı bir şekilde kontrol altına almak ve ekonomik dengeleri sağlıklı bir temele oturtmaktır.

Çünkü enflasyon kontrol altına alınmadığı sürece, belirlenen her ücret artışı kısa vadede geçici bir rahatlama sağlasa bile uzun vadede bireylerin alım gücünü hızla aşındırabilir.

Bu ağır ekonomik koşullarda, bugün öngörülen şekilde çalışanların eline 28.000 TL gibi bir meblağ geçse de, birkaç ay içerisinde bu tutarın gıda ürünleri, kira bedelleri ve temel ihtiyaç maddelerindeki artışlarla etkisiz hale gelmesi ihtimali oldukça yüksektir. Bu nedenle ücretlerin artırılması elbette önemlidir ancak tek başına yeterli bir çözüm olmaktan uzaktır.

Diğer önemli bir nokta ise, asgari ücret artışlarının küçük ve orta ölçekli işletmeleri ile hizmet işletmeleri ve serbest meslek erbabları üzerindeki etkisi de dikkatle değerlendirilmelidir. Bu işletmeler, Türkiye ekonomisinin istihdam ve üretim açısından omurgasını oluşturmakla birlikte, yüksek maliyet artışlarına karşı büyük işletmelere kıyasla çok daha kırılgan bir yapıya sahiptirler.

Ücretlerde yaşanacak hızlı ve yüksek oranlı artışlar, özellikle düşük sermaye yapısına sahip bu işletmelerde finansal baskıyı artırabilir, kârlılığı azaltabilir ve kayıt dışı çalıştırma eğilimini tetikleyebilir.

Bu nedenle bu tür işletmelerin sürdürülebilirliğini korumak adına vergi indirimleri, prim teşvikleri, enerji maliyetlerinde destekler ve dijitalleşme yatırımlarının teşvik edilmesi gibi politika araçlarının eş zamanlı devreye alınması büyük önem taşımaktadır.

Ayrıca, ekonomi politikalarının sürdürülebilir bir yapıya kavuşması adına mali disiplin sağlanması, para politikalarının bağımsız şekilde uygulanması ve yerli üretim odaklı stratejilerin etkinleştirilmesi gibi mekanizmaların devreye sokulması gereklidir.

Özellikle kamu harcamalarının üretim ve teknolojiye yönlendirilmesi, ithalata olan bağımlılığın azaltılması ve kayıt dışı ekonomiyle etkili bir mücadele yürütülmesi, enflasyonu tüm boyutlarıyla dizginlemek için kritik adımlar olacaktır.

Çözüm ise, öncelikle enflasyonu kontrol altına alarak ekonomik istikrarın sağlanmasıyla başlamalı. Daha sonrasında ise asgari ücretin belirlenmesinde, Almanya gibi bazı ülkelerde olduğu gibi yeni ve farklı yöntemlere yönelmek gerekiyor. Gelişmiş ülkelerde uygulanan yönteme baktığımızda, asgari ücretin işçi ve işveren temsilcilerinin yanı sıra bağımsız uzmanların da yer aldığı bir komisyon tarafından belirlendiği görülüyor.

Bu komisyon, ekonomik veriler ve sosyal koşulları dikkate alarak tavsiye niteliğinde kararlar alıyor. Bu modelin Türkiye için de alternatif bir çözüm yolu olarak değerlendirilmesi mümkün olabilir.

Sonuç olarak, 2026 asgari ücretinin belirlenmesi yalnızca rakamsal bir veriden ibaret olmanın ötesine geçerek, her seferinde Türkiye’nin genel ekonomik vizyonunun güçlü bir sınavı haline dönüşmektedir.

Çalışanların refah seviyesini kalıcı şekilde koruyabilmek ve onurlu bir yaşam sürdürürebilmeleri için gerçek çözüm, enflasyon üzerinde sıkı bir kontrol sağlamakla birlikte, yapılan ücret artışlarını istikrarlı ve kalıcı politikalarla desteklemekten geçmektedir.