Bir hukuk devletinde sorular sorulur.
Bir hukuk devletinde soranlar susturulmaz.
Soru soranların, eleştirenlerin, yazanların içeride, soyanların dışarıda ödüllendirildiği bir ülke olduk.
Yoksulun sesi duyulmazken, servet sahipleri ülkenin gırtlağına çöküyor.
Oysa bir hukuk devletinde kamu gücü, servetle değil hesapla ölçülür.
Ama biz uzun süredir hukuk devletinde yaşamıyoruz.
Biz, soruların değil sessizliğin ödüllendirildiği bir düzende yaşıyoruz.
Bazen bu sessizliği bozanlar çıkıyor.
Ne muhalefetten, ne sokaktan, ne de sosyal medyadan…
Bizzat iktidarın içinden.
Bu kez perdeyi aralayan muhalefet değil.
Bir savcı hiç değil.
İktidara en yakın ekranların en tanıdık, en değişik sesi: Cem Küçük.
Habertürk merkezli soruşturma kapsamında adı geçen eski Dezenformasyonla Mücadele Merkezi Başkanı Furkan Torlak hakkında söylenenler, sıradan iddialar değildir.
Rakam vardır.
Adres vardır.
Şirket adı vardır.
Arsa vardır.
Cem Küçük, TGRT ekranlarında şunu söylüyor:
“Ankara’da oturduğun ev 40 milyon, bindiğin araba 10 milyon. Menekşe İnşaat üzerinden neler çevirdiğini biliyoruz. Arsaları nasıl kapattığını biliyoruz. Belgeleri bizde.”
Bu sözler bir dedikodu değildir.
Bir iftira tweet’i hiç değildir.
Devletle iç içe geçmiş bir medya düzeninin vitrini içinden gelmektedir.
İşte tam burada hukuk devleti devreye girmelidir.
Eğer bu iddialar doğruysa, bugüne kadar görevini yapmayan savcılar vardır.
Eğer bu iddialar doğru değilse, bugün hâlâ görevde olması gereken savcılar vardır.
Ama ortada ne etkin bir soruşturma vardır,
ne de kamuoyunu rahatlatacak şeffaf bir açıklama.
Çünkü sorun kişisel değildir.
Sorun ahlakidir.
Sorun devlet ciddiyetiyle ilgilidir.
Bir kamu görevlisi, hangi maaşla, hangi ticaretle, hangi birikimle milyonluk servetlere ulaşır?
Bu soru, bir hukuk devletinde hakaret değil; görevdir.
Ama bu ülkede bu soruyu sormak neredeyse suçtur.
Cevap vermemek ise ayıp bile sayılmamaktadır.
Daha da vahimi şudur:
Dezenformasyonla Mücadele Merkezi gibi bir yapının başındaki isim,
bugün servet tartışmalarıyla anılıyorsa…
Devletin “gerçeği koruma” iddiası çökmüştür.
Siyasetle beslenen, sadakatle yükselen, sorgulanmadan korunan bir bürokrasi modeli vardır bu ülkede.
AKP’nin “altın çocuk” sistemi tam da budur.
Liyakat üretmez, itaat ister.
Hesap sormaz, hesap kapatır.
Ta ki sistem kendi içinden çatlayana kadar.
Furkan Torlak savunma yapıyor.
Evini ucuza aldığını söylüyor.
Arabası o kadar pahalı değilmiş.
Teste gönüllüymüş.
Ama mesele bu değildir.
Mesele, bir bürokratın servetini savunmak zorunda kalması değil;
bu servetin bugüne kadar neden hiç sorgulanmadığıdır.
Bir devlet, ahlakını bir günde kaybetmez.
Önce susar.
Sonra görmezden gelir.
En sonunda da gerçeği, kendi içinden konuşanlara bırakır.
Altın çocuklar vardır bu ülkede.
Ama altın olan hukuk değildir.
Altın olan hesap sorulmazlıktır.
Ve gelinen noktada acı gerçek şudur:
Demek ki bu ülkede dezenformasyonla mücadele edilirken zenginleşmek mümkün; yeter ki soran olmasın.