Ahlak nedir? En yalın hâliyle; insanın doğru ile yanlışı ayırt etme kabiliyeti, eline güç geçtiğinde de, kimse görmezken de, menfaatine aykırı düştüğünde de doğruyu yapabilme iradesidir. Ahlak; kanun korkusu değil, vicdan disiplinidir. Hukuk insanı dıştan, ahlak içten sınırlar.

Peki “sağcı ahlak”, “solcu ahlak” diye bir ayrım var mıdır? Kanaatimce yoktur. Ahlak ideolojik bir aksesuar değildir. Sağcı olup ahlaksız olan da vardır, solcu olup ahlaksız olan da. Çünkü ahlaksızlık bir dünya görüşü değil, bir karakter zaafıdır. Aynı şekilde dürüstlük, fedakârlık, vefa ve emanete riayet de bir ideolojiye özgülenemez.

Ancak şunu da inkâr edemeyiz: Toplumların ahlak algısını şekillendiren bazı kültürel ve inanç temelli zeminler vardır. Türkiye’de mütedeyyin kesimler, Türkmen Aleviler ve ülküsü, davası, ideali olan toplumsal gruplar; ahlakı yalnızca “sonuç” üzerinden değil, “niyet” üzerinden de okuyan bir geleneğin içinden gelirler. Bu gelenekte ahlak; sadece kazanmak değil, helal kazanmak; sadece başarılı olmak değil, onurlu kalmaktır. Maddi menfaat, her şeyin önüne geçirilmez.

Buna karşılık, hayatı yalnızca çıkar, fayda ve pragmatizm üzerinden okuyan anlayışlar—hangi ideolojik etiketi taşırlarsa taşısınlar—ahlakı gevşetir. “İşe yarıyorsa doğrudur” mantığı, ahlakı ilke olmaktan çıkarır, araç hâline getirir. Bugün siyasette, medyada, akademide ya da sermaye çevrelerinde gördüğümüz pek çok savrulmanın temelinde bu araçsallaştırılmış ahlak anlayışı vardır.

Kemalistler, ateistler ya da çeşitli “-izm”lerle kendini tanımlayanlar ahlaka ihtiyaç duyar mı? Elbette duyar. Ahlak dine indirgenemez ama dinden de bütünüyle koparılamaz. İnançsız bir insan da ahlaklı olabilir; fakat ahlakı neye dayandırdığı sorusu her zaman ortada durur. Eğer ahlakın referansı yalnızca bireysel tercih, toplumsal sözleşme ya da güç dengeleri ise; o ahlak, rüzgâra göre yön değiştirir. Dün savunduğunu bugün inkâr edebilir, dün kınadığını bugün alkışlayabilir.

Asıl mesele şudur: Ahlak, kimliğin değil, şahsiyetin meselesidir. İdeolojiler insanı tanımlar; ahlak insanı sınar. Ve bu sınavda kimse rozetine, kimlik kartına, sloganına bakılarak geçmez. Vicdanı olan geçer. Olmayan kalır.

Türkiye’nin bugün en çok ihtiyaç duyduğu şey, yeni ideolojik kamplar değil; yeniden inşa edilmiş bir ahlak zemini, tutarlı bir vicdan dili ve “bana yapılmasını istemediğimi başkasına yapmam” ilkesini hayatın merkezine koyan bir toplumsal duruştur.

Çünkü ahlak yoksa; ne sağın, ne solun, ne de ortanın bir anlamı kalır.