Bu ülkede yıllardır bir “büyüme masalı” anlatılıyor.
Cumhurbaşkanı çıkıyor kürsüye:
“Büyüdük. Daha da büyüyeceğiz.”
Yardımcısı bağırıyor:
“Çok büyüdük, daha da çok büyüyeceğiz!”
Bakanlar keza aynı nakarat, iktidar vekilleri aynı tornadan çıkmış sözlerle halkı avutmaya çalışıyor.
Rakamlarla oynaya oynaya… Halkın gözünün içine baka baka…
“Ekonomi şahlandı, ülkemize maşallah” diyorlar.
İktidar kanallarını izleyen yurttaşların mutluluk katsayısı (!) tavan yapmış durumda.
Eller havada, tempo tutuyorlar:
“Büyümüşüz! Büyümüşüz! En büyük Türkiye!”
Bir kısım münafık da çıkıp soruyor:
“İyi de siz büyürken biz niye küçülüyoruz?”
Şaka bir yana… artık gerçeği yazalım:
Türkiye’de büyüyen ekonomi değil, halkın çilesidir.
*
Bu ülkede gerçekten büyüyenlere bakalım…
İşsizlik büyüdü.
Gençler CV göndermekten yoruldu.
Ülke, liyakat mezarlığına döndü.
Diploma bir süs, torpil ise anahtar oldu.
Çocuk açlığı büyüdü.
Okula aç giden çocuklarla “büyüme” aynı cümlede kullanılıyorsa, bu ancak yönetim körlüğüdür.
İlkokul çocuklarına kahvaltı veremeyen bir sosyal devlet yapısına mahkûmuz.
Kantin kapısından utana sıkıla bakan çocuk sayısı her gün artıyor.
Adaletsizlik büyüdü.
Mahkeme kararlarının üzerine siyaset gölgesi düşmüş durumda.
Hâkimlerin güvencesi yok, kararların bağımsızlığı tartışmalı.
Adaletin terazisi kırıldı, yere düştü, toplamak isteyeni bile yok.
Huzursuzluk büyüdü.
İnsanlar nefes alamıyor.
Sokakta öfke, evde sessiz çığlık…
Dokunsanız patlayacak binlerce insan tanıyorum.
Vicdansızlık büyüdü.
Yoksul ezilirken güçlü kollanıyor.
Zengin daha zengin, yoksul daha yoksul…
Birileri padişah gibi yaşarken halk köle düzenine mahkûm edilmiş durumda.
Tarımın çöküşü büyüdü.
Çiftçi toprağa değil borca bakıyor.
Ne ekerse eksin, sonunda dert biçiyor.
Kendi çiftçisini ithal ürünle ezmek akıl değil; olsa olsa ihanet.
Sağlıkta bekleyiş büyüdü.
Randevu almak deveye hendek atlatmak gibi.
Emar sekiz ay…
Ameliyat bir yıl…
Kanser ilacı yok, ilaca para yok, devlette çare yok.
Sistem çökmüş, onlar hâlâ “her şey yolunda” diyor.
Emeklinin çaresizliği büyüdü.
Emekli, “Yaşamak için daha ne kadar küçülmem gerekiyor?” diye soruyor.
Kahvede çayın hesabı yapılır mı?
Bu ülkede yapılıyor.
Açlık büyüdü.
Market arabaları boş.
Tencereler boş.
Umut boş.
Ülkeden kaçış büyüdü.
Gençler bavullarıyla çıkış kapısına dayanmış durumda.
Bu gidiş, bir gençlik kaybı değil; iktidar için tarihî bir utançtır.
*
Ama en çok ne büyüdü biliyor musunuz?
Gelir adaletsizliği.
Türkiye’de milli gelir böyle dağılıyor:
• En zengin yüzde 20, gelirin yüzde 50’sini alıyor.
• En yoksul yüzde 20 ise gelirin sadece yüzde 6–6,5’una razı ediliyor.
Gini katsayısı tırmanıyor, eşitsizlik büyüyor, toplumun büyük bölümü yoksullaşıyor.
Bunu ekonomi modeli değil, olsa olsa yağma düzeni üretir.
Bu tabloya bakıp hâlâ “refah arttı” diyebilen bir yönetim varsa:
Ya milletle dalga geçiyordur,
ya gerçekle bağını koparmıştır,
ya da düpedüz Pinokyo’dur.
Büyüyen refah değil, Pinokyo’nun burnudur.
*
Halk yok, rakam var
Cevdet Yılmaz konuşmasında emekli ve asgari ücretliyi üç kez anarken, büyüme, refah ve istikrar sözcüklerini tam 72 kez diline dolamış. Aslında bu sayı bile itiraf niteliğindedir. Halkı düşünmeyi bırakın, adını anmaya tahammülleri kalmadığının göstergesidir.
*
Son söz: Büyüme değil, büyük bir çürüme yaşıyoruz
Rakamlarla vatandaşa gerçek unutturulamaz.
Bu ülkede büyüyen, Yoksulluk, Adaletsizlik, Çaresizlik, Öfkedir.
Halk küçülürken büyüme rakamlarıyla övünmek, çöken bir binanın önünde dikilip “Boyası çok güzel olmuş maşallah” demekten farksızdır.
Gerçek ortadadır:
Milletin sırtına yüklenen hayat pahalılığı büyüdü. Milletin derdi büyüdü. Milletin hesabı büyüdü.
Ve bundan daha sert bir gerçek yoktur.
Seçimden kaçmalarının nedeni de tam olarak budur.