Bu ülkede Ertuğrul Özkök gibi bir gazeteci
“Korkuyorum” diyorsa,
bu ülkede yaşamaktan bile korkulur.

Ama duralım.
Bu cümleyi kurmadan önce bir parantez açmak şart.

Benim bildiğim Ertuğrul Özkök korkusuzdur.
Bunu uzaktan gözlemle değil, yaşanmışlıkla söylüyorum.

FETÖ’nün hukuka tamamen hâkim olduğu, Atatürkçü subayların, aydınların, gazetecilerin Ergenekon, Poyraz, Balyoz gibi birer sürek avına dönüştürülmüş sözde davalarla cezaevlerinde çürütüldüğü günlerden söz ediyorum.
Bir işaretin, bir manşetin, bir cümlenin insanı Silivri’ye göndermeye yettiği karanlık yıllardan…

İşte o günlerde, benim çağrım ve Adalet Bakanlığı’ndan aldığım izinle, Ertuğrul Özkök Silivri Cezaevi’ne geldi.
Mustafa Balbay’ı,
Tuncay Özkan’ı,
Soner Yalçın’ı,
Mehmet Deniz Yıldırım’ı,
Turhan Özlü’yü
ve rahmetli Hikmet Çiçek’i ziyaret etti.

O günler kolay değildi.
Orada bulunmak cesaret işiydi.
Bir fotoğraf karesine girmek bile fişlenme sebebiydi.
Bir işaret yeterdi; soluğu Silivri’de alırdınız.

O ziyarette yalnız değildi.
Uğur Dündar, Ayşenur Arslan, Melih Aşık, Necati Doğru, Ümit Zileli, Yalçın Bayer, İdris Akyüz, Bülent Ecevit, Yavuz Selim Demirağ gibi gazetecilik hafızasına adını yazdırmış önemli isimler de oradaydı.

Ve Ertuğrul Özkök, ziyaretin ardından Hürriyet Gazetesi’nde tam sayfa izlenimlerini yazdı.
O yazı büyük yankı uyandırdı.
Çünkü o günlerde herkes susuyordu.
O yazdı.

İsim vermeyeceğim.
O günlerde cezaevine birlikte gidelim dediğimde, bugün muhalif kanallarda ahkâm kesen bazı “gazeteci” tiplerin verdiği yanıt şuydu:

“Çok yoğunum… Başka zaman.”

O “başka zaman” hiç gelmedi.

Ergenekon davaları bitti.
Gazeteciler, subaylar, aydınlar beraat etti.
Ama o tiplerin yoğun işleri bir türlü bitmedi.

Şimdi geliyoruz bugüne…

NOW TV’de Çalar Saat’te Ertuğrul Özkök diyor ki:

“Cümlelerimi seçiyorum. Alınıp götürülme endişem var.
Fatih Altaylı’yı çok iyi anlıyorum.
Artık siyaset yazmak istemiyorum.
Bırak muhalifleri, AK Partililerin başına neler geldi…”

Bu sözler bir gazetecinin yorulduğunu değil,
bir ülkenin geldiği yeri anlatıyor.

Silivri günlerinde korkmadan yazabilen bir gazeteci,
bugün kelimelerini tartıyorsa…

Sorun gazetecide değildir.
Sorun cesarette değildir.
Sorun muhalefette hiç değildir.

Sorun; korkunun yönetim biçimi haline gelmiş olmasıdır.

Bir ülkede gazeteciler susuyorsa,
bu onların tercihi değildir.
Bu, iktidarın eseridir.

Bugün susturulan sadece Ertuğrul Özkök değildir.
Bugün susturulan;
hakikat, vicdan ve halkın haber alma hakkıdır.

Ve artık kimse bize masal anlatmasın.

Bu ülkede Ertuğrul Özkök gibi bir gazeteci,
Silivri günlerinde korkmadan yazmış bir isim,
bugün “cümlelerimi seçiyorum” diyorsa…

Bu, bireysel bir endişe değil,
toplumsal bir çöküştür.

Korku üzerine kurulan hiçbir düzen kalıcı değildir.

Gazetecileri korkan bir ülke,
eninde sonunda kendinden de korkmaya başlar.

Ve o gün geldiğinde,
ne manşetler kurtarır,
ne saraylar,
ne de suskun kalabalıklar.

O gün
hesap soran tek şey
tarih olur.