Müstakil evlerin olduğu, komşulukların yoğun yaşandığı bir sokakta mutlu bir çocukluk geçirenlerin hatırladığı sürprizlerden biridir aşure zamanı…

Komşular sanki sözleşmiş gibi birbiri ardına sıcak sıcak aşure getirirlerdi. Her hanenin bereketini simgeler aşure. Üzerinde kavrulmuş susam, fıstık, badem, fındık ne varsa elde avuçta, aşure kazanının içinden büyülenmiş bir şekilde çıkardı.

Nohutla fasulye genelde birlikte pek de iyi gitmeyebilir ancak bu ikili, dünyanın en eski -ve bazılarına göre en lezzetli- tatlısının en önemli malzemeleri. Aşurenin bilinen en eski yemek olduğu yolunda ciddi varsayımlar karşımıza çıkar.

Bugün hâlâ Anadolu toprakları içinde bilinen ilk buğday çeşitlerinden birinin yetişiyor olması bu toprakların buğdayın anavatanı olduğunu ve buğdayla yapılan ilk yiyeceklerin yine bu topraklarda piştiğini bize gösterir.

Artun Ünsal’ın İstanbul’un Lezzet Tarihi ‘nde anlattığı aşurenin ortaya çıkışına dair çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Bunlardan birine göre, “Büyük Tufan’ın ardından sular çekildiğinde Cudi Dağı’na oturan Nuh Peygamber’in gemisinde bulunanlar, kurtuluşlarını bir yemekle kutlamak istemişler. Ne yazık ki, gemide erzak namına pek bir şey kalmamış. Üstelik, tufanda gemiye aldıkları hayvanları kurban etmeleri de söz konusu değil.

Bu durumda, geminin ambarlarında bulabildikleri erzak kalıntılarını biraraya getirip pişirdikleri bir tatlı çorbamsı yemektir aşure. Bu yüzden ona ‘Nuh’un Muhallebisi’ diyenler de vardır” (Ünsal, 2011: 290). Aşure, Arapça “onuncu” anlamına gelen “âşûra” kelimesinden gelir. Muharremin onuncu günü, aşure günü olarak kutlanır. Her yıl aşure zamanı hayatın döngüsü bir kez daha kutsanır. Kazanlarla aşure kaynatılır. Toprak ananın sunduğu nimetler tek aşta buluşur, tek kaba sığar; belki de dünyanın en sembolik yemeklerinden birini oluşturur.

Aşure 1-1

Aşureye konulan malzemenin sayısı hep değişir. Aşureye herkes kendi inancına göre belli sayıda dünya nimeti katar. Yedi çeşit katan da vardır, on, on iki, hatta kırk rakamını tutturmaya çalışan da... Sayı arttıkça malzemeleri denkleştirmesi zorlaşır, bazen bir fiske tuz imdada yetişir. Yedi, pek çok kültürde kutsallık atfedilen şanslı bir rakam. On iki imama atfen on iki tür malzeme kullanmak da çok yaygın. Kırk rakamı da uğurlu, o yüzden kırka tamamlama gayretinde olanlar da var. Ama kırkı tutturmak zor; bu yüzden eskiler şöyle buyurmuşlar: “Kırkı tamamlayamayan bir kaşık bal koysun. Nasıl olsa arı kırk tür çiçeğe gitmiş, kırk tür çiçeğin nektarını almıştır.”

Aşure günü ve onu izleyen 10 gün içinde, hızlı bir tabak trafiği yaşanır. Geleneksel yöntem, aşurenin porselen tabak ya da kâselerde komşulara gönderilmesi. Bırakılan tabağın hemen boşaltılıp geri verilmesi istenmez; ayıp sayılır. O tabak alınır komşuya mutlaka içi dolu olarak geri gönderilir. Son zamanlarda konu komşu arasındaki bu aşure trafiğini ortadan kaldırmak için plastik tabaklar kullanıldığını sizler de şahit olmuşsunuzdur. Bugün hâlâ bazı ailelerin evinde bulunan, ama Topkapı Sarayında en güzel örnekleri sergilenen aşurelik adı verilen ağız kısmı geniş, özel şık porselen ibrikler ve onlara uygun özel aşure takımlarını görecek olsalar, bu gibilerin komşularına plastik tabaklar içinde aşure göndermeye kalkmayacaklarını düşünüyoruz.

Yazar Buket Uzuner, Şiirin Kızkardeşi Öykü isimli kitabında aşureyi; Tatlıyla tuzlunun en aykırı biçimde yan yana geldiği dünyanın en karmaşık, en karşıt, en sofistike tatlısı; diye tanımlar. Bir tabak dolusu bereketin etrafında bizleri birleştiren eşsiz bir tat aşure. Hiç tanımadığı komşusundan gelen aşureyi yiyen kişi, kendisini düşünen başkalarının da olduğunu fark eder. Aşure bize yol gösteriyor aslında. Uzlaşmaz, bir araya gelmez gibi görünen 41 çeşit malzeme aşure tenceresinin içinde eriyip, her biri lezzetini yanındakine aktararak ortaya mükemmel bir sentez çıkardığı gibi, zıtlıkları hoşgörü tenceresinde eritmeyi de başarır.