Gün, insana dair bir anlam içeriyor her şeyden önce…
Onca insan hakları ihlallerinin yaşandığı günümüz Türkiye’sinde ve dünyasında 10 Aralık’ı kutlamanın anlamı daha bir başka oluyor.
En acıtıcısı da henüz yeni yaşandı.
CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, iktidarın AKP’lilerin yakınlarını sınavsız ve mülakatsız şekilde işe aldığını belirterek ‘’ Hiç mi utanmıyorsunuz?’’ diye tepki gösterdi ya…
Mahçup olmak varken, bundan eksiklik duymak varken AKP’li mevkidaşı / AKP’li Grup Başkanvekili Özlem Zengin hanımefendi, buna çok hanımefendice (!) bir karşılık verdi:’’ Evet, utanmıyoruz, yaptığımız işten gurur duyuyoruz.’’
17 Aralık 2015’te İlknur İnceöz adındaki bir başka kadın AKP Grup Başkanvekilinin sözleri geliverdi gözümün önüne:
‘’ Biz hırsız değiliz, demiyoruz.’’
Şaşkınlığından mı böyle söyledi, dili mi sürçtü, yoksa içindekini mi dile getirdi bilemiyorum ama aynen böyle dedi.
Öte yandan anımsadığım kadarıyla Sayın Cumhurbaşkanımız da Eskişehir’de ‘’ Ben çocuklarımın boğazından helal lokma geçirmedim.’’ demişti.
İtirazı olan varsa o günün televizyon haberleri kayıtlarından bunu öğrenebilir pekala.
Özlem Hanım ‘’ Utanmıyoruz’’ derken herhalde bir yerlere güvenerek böyle konuşuyor olmalı.
Onun bu sözleri sarfetmesi beni utandırdı doğrusu.
Bir kadın milletvekilinin böylesine fütursuzca konuşmasına hiç tanık olmamıştık çünkü.
Genç ve güzel bir kadına hiç mi hiç yakıştıramadım bu sözleri.
Tokat’ın demokrat-muhafazakar ve güzel insanlarını da utandırdı bence.
*
Özlem Zengin’in bu sözleri tam da İnsan Hakları Günü’nün kutlanacağı günlere rastladı.
10 Aralık’ın İnsan Hakları Günü olması dışında benim için bir başka önemi de tanıdığım/ sayıp sevdiğim Bergama Kaymakamı Avni Oral’ın ve teyze kızım Dr. Handan Tuncay’ın da doğum günü olması.
O sabah, Hasan Zeki Sungur ile Aliağa yollarına düştüğümüz saatlerde aradım her ikisini de…
Hasan Zeki’nin kim olduğunu da dile getirmiş olayım bu arada. Sıkıntılı günlerimde bana el veren bir kitap ve aydınlanma dostu. Kütüphanelerimize kitap desteğinde bulunan bir imececi.
Tekrar konuya girecek olursak…
Avni Oral ile Handan Tuncay ne güzel bir günde doğmuşlar değil mi ama…
Hacıömerli’ye ulaştığımızda da muhtar Süleyman Uçar’ın insan hakları gününü kutladım.
Neden Hacıömerli’ye geldiğimize gelince…
Temmuz ayında muhtarımız bir başka amaç için kullanacağız diyerek 2011 yılında açtığımız kütüphane ve aydınlanma evimizi boşaltmamızı istemiş kardeşimden.
Muhtar istemeyip duruyorken benim itiraz etmemin bir anlamı olur mu?
Zaten pek açıldığı da olmuyormuş kütüphanenin. Muhtara ne diyebilirdim ki…
Evet dedik umarsızca ve Özcan Durmaz arkadaşımla kitapları ve aydınlanma evi eşyalarını hemen koliledik. Neden Özcan Durmaz dediğime gelince…
Çünkü kütüphaneyi ve aydınlanma evini kurarken rafları, dolapları Özcan Durmaz yaptırdığından tabelamızı şöyle düzenlemiştik: Rasime Şeyhoğlu- Özcan Durmaz Aydınlanma Evi ve Kütüphanesi.
Sevgili kardeşim Özcan, bize zaten her konuda el veren bir dost.
10 Aralık sabahı köye geldiğimizde el ele verip özel mi özel eşyaları/ objeleri kolileyip arabaya yüklediğimizde on dakika ötedeki Şakran’da oturan Hasan Efe’yi aradık: ‘’ Çorbayı hazırla, sana geliyoruz.’’
Kitaplar ve raflarla dolapları Özcan Durmaz bir hafta sonra Karşıyaka’ya gönderecekti. Biz kırılacak eşyalarımızı önceden toplayıp eve taşıyalım diye düşünmüştük.
*
Emekli edebiyat öğretmeni/ psikolojik danışman/ karikatürist Hasan Efe’ye ulaştığımızda mutfak hizmetimize hazır haldeydi. Becerikli Hasan’ın sofrasına iştahla yumulduk.
Evi, adeta cennetten bir köşe… Korunun ortasında tek katlı bir huzur yuvası… Tıpkı Amerika’daki bahçeli tek katlı evler gibi…Çalışma odası görmeye değer… Laptopuyla, radyosuyla, karikatürlük için sıra bekleyen çok sayıda A-3 kâğıtlar ve dolu dolu kalemler, kaynak araştırma- inceleme kitaplarıyla burası tam anlamıyla bir yazı evi.
Üstelik bu evde sadece bir yazar da yok. Vicdan Efe adında ikinci bir öykücü yazar daha bulunuyor. Hasan’ın eşi! Ne ki bugün Şakran’da değildi. Sabahtan İzmir’e gitmiş, bir edebiyat toplantısı için…
Çalışma odası dışında mini bir ormanı andıran bahçesi ise değişik ağaç türleriyle insana huzur sunuyor. İki ağaç arasına kurulmuş olan hamakta haziran temmuz aylarında gelip sallanmak ve uyumak isterim doğrusu. Yeşil, yeşil ve yeşil kokuyordu bahçe.
Hasan, geçtiğimiz yıl bu hale getirdi bu cennet köşeyi.
*
Aşağı Şakran ve Örlemiş köyü bizi bekliyordu.
Buraya kadar gelmişken Hasan Zeki Sungur’a da göstermeliydik o iki şirin mahalleyi.
Köy deyip durduğuma takılmayın sakın!
Ben, mahalle demektense köy demeyi uygun buluyorum hâlâ.
Biraz Birgi, biraz Şirince biraz Doğanbey sokaklarını andıran daracık yollar ve taş evler beni çok cezbetti. Geçtiğimiz yıl geldiğimizde de bayılmıştım bu bölgeye.
Çay içmek için girdiğimiz kahvedeki mini kitaplıktaki ‘ Kağnı-Ses’ beni öyle etkiledi ki… Laf olsun diye kurulmamıştı bu kitaplık. Tahmin etmekte zorluk çektiğim romanlar/ hikâyeler çıktı karşıma. İşin ucunda bir öğretmen parmağı olduğunu Örlemiş dönüşü yeniden uğradığımızda emekli öğretmen Mücahit Savran’dan öğrendik. Mücahit öğretmen, öğrendik ki Hacıömerli Muhtarının da öğretmeniymiş.
Kahvede, yanımızdaki masaya gelip bir kitabın sayfalarına dalan orta yaşlı bey de çok etkiledi beni. Köyün okulunda bir kütüphanenin bulunduğunu öğrenip gidip görelim dedik. Bahçedeki bir kız öğrenciden öğrendik ki kütüphane kapalıymış.
Süzüle süzüle çıktığımız rampa sonrasında Örlemiş’e ulaştığımızda vakit öğle üstüydü.
Köy meydanındaki iki katlı binanın altında yer alan kahvenin önünde altı-yedi köylü yurttaşımız oturuyordu.
Meraklı meraklı bize baktıklarını görünce onlara ikimizin öğretmen birimizin de emekli albay olduğunu söyleyip bir iki espri ile konuya dahil olmalarını sağladım.
Taşımalı sistemle öğrencilerin bir kısmının Zeytindağ’a bir kısmının ise Şakran’a gittiğini öğrendik. Dışarıya göçün çok olduğunu, köyde kimsenin kalmak istemediğini, Aliağa’ya çok yakınken Bergama ilçesine bağlı olmanın zorluklarını anlattılar. Belediye başkanının da sadece seçim döneminde bir kez geldiğini… Aranıp sorulmadıklarını… nüfuslarının 150-200 olduğunu…
Köylüler dertliydi kısaca.
Bu arada 10 Aralık’ın İnsan Hakları Günü olduğunu söyleyip günlerini kutlamayı da ihmal etmedim. Kaymakamlarının da doğum günü olduğunu bilmelerinde yarar gördüm.
Bahçedeki görkemli iki çınar ağacı bütün heybetiyle yıllara meydan okuyor gibiydi.
Hasan Efe ile geçtiğimiz yıl geldiğimizde burada bir havuz vardı. Yok olmuş. Bir derecik akıyordu , büyükşehir tarafından kapatılmış ve kanalizasyon borusu geçirilmiş. Bu işler yapılırken dozer mi kepçe mi ne güzelim çınar ağacına zarar verip koca bir dalını koparıp atmış. Çınar, kolu kanadı kırılmış serçeyi anımsattı bana.
Ezcümle, köylü arkadaşlar ilgisizlikten şikayetçiydiler. Köylerin mahalle olmasından şikayetçiydiler. Eski köy yasasının daha iyi olduğunu söylüyorlardı. Hayvan yetiştirme ve otlakların rahat kullanılamadığından şikayetçiydiler. Tarımın cazibesini yitirdiğini söylüyorlardı.
Zümrüt gibi bir coğrafyaya sahip Örlemiş’in yeniden canlandırılmasında yarar var.
Zeytinlerin, çınar ve çamların soluk alıp verdiği bu coğrafya, Ege’nin ve Karadeniz’in köylerinden farklı değildi aslında. Şakran’dan bu yana Aşağışakran ve Örlemiş’te gördüğüm yeni yapılmış taş binalardan anlıyorum ki buraya dışarıdan gelip yerleşen de hiç az değil. Yolun güzelliği ise bir başka! Daha dün yapılmış gibi…
Bölgenin tek gelir kaynağı zeytin olduğundan müteşebbis biri, fabrikasını iki köyün arasında bir yere kondurmuş.
Bizim kısa süreli iki köy ziyaretimizde gördüğümüz ve tanıştığımız insanlar konuşkan ve güzel insanlardı.
*
Köy enstitülerinin ve halkevlerinin açık olduğu dönemlerde köy kahveleri kitaplıydı. Kırsalın insanına bu yolla kültür şırınga ediliyordu.
Şimdi okulda kurulmuş olan kütüphane bile kapalı.
Yıllar önce açılmış olan kütüphane ise başka bir hizmet sunmak amacıyla kapatılıyor.
Üç dört yıl önce de Bergama’nın Tepeköy’ünde 4255 kitaplı kütüphanemizi kaldırmamızı istemişti yeni seçilen muhtar. Binayı başka bir amaç için kullanacağını söylemişti.
Merak ediyorum, şimdi o 150 metrekarelik binayı hangi amaç doğrultusunda kullanıyor acaba?
Bu ve buna benzer gelişmeler bizi aile boyu üzüyor tabii ki…
Hiç, açılmış olan kütüphane kapatılır mı Allahaşkına!
Maalesef yaşıyoruz ve bize bu konuda ne belediyelerin ne de kültür-sanat çevrelerinin desteği var.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kitap ve aydınlanma aşkının özellikle son yıllarda köreltildiğine tanık oluyoruz. İşbilmez kültür müdürlerinin bilimsel söyleşilere bile son verdiğine tanık olduk. Nerede mi? Türkiye’nin Batı’ya açılan penceresi İzmir’in Karşıyaka’sında hem de…
Nerden buluyorlar böylesi kültür müdürlerini bilmem ki…
*
Bir evde gitar ya da org bulundurmanız halinde evin çocukları işin başında her iki enstrümana soğuk bakabilir. Sonraki günlerde ise dokunur, çalmaya başlar.
Her köyde, köy kahvelerinde birer kütüphane kurmak bu anlamda çok önemli.
Bu, karanlığa gömülmeyi istemeyenler için bir görev ve sorumluluk olmalı.
İzmir’imizde bile yaşanıyorsa bu türden sorunlar, varın siz düşünün Urfa’nın, Adıyaman’ın köylerini…
İktidar da kitapsızların/ kütüphanesizlerin sayesinde sürdürüyor zaten varlığını.
Cehalet, yoksulluk ve işsizlikten beslenenlerin can simidi oluyor kitaplıkların kaldırılması.
Bunu bilirim bunu söylerim.
Aşağı Şakran ile Örlemiş’in canlandırılması zor değil. Niyete bakar!
Kuzey Ege’nin bu iki şirin köyü canlandırılmayı hak ediyor.
Neden toplu dilekçelerle akıllarından geçenleri her iki ilçenin belediye başkanlarına sunmuyorlar ki…
Nerede görülmüş ağlamayan çocuğa memenin verildiği…