Karşıyaka / Bahçelievler Pazaryeri’nde yaşlı bir teyzenin tezgahların yanıbaşlarına atılan sebze ve meyve çürükleri arasından işine yarayacak olanları ayıklamasına tanık olunca içim cız etti.

Başka bir yaşlı teyzenin ekşimiş yüzüyle tezgahlar arasında dolaştığını görünce, gözüm taşıdığı pazar çantasına takıldı. Boş gibiydi.

Çekirdekli kara üzümün alt katta 80-100 lira, üst katta ise 60 liraya satıldığına tanık olunca benim de canım sıkılmadı değil… Canı isteyen herkes acaba alabiliyor mu acaba bu üzümü?

Karşıyaka ki, eğitim ve ekonomik düzeyi vasat ve vasatın üstünde olanların yaşadığı bir ilçe. Bu arada hemen bir lafı sokuşturmuş olayım laf aramızda.

Bergama Belediyesi Meclis Üyelerinin eğitim düzeyi, Karşıyaka Belediyesi Meclis üyelerinin eğitim düzeyinden yüksek. Karşıyaka’ya hiç yakışıyor mu bu!

Karşıyaka’da yaşayan emekli vali yardımcısı Ardahan Totuk’un belediye meclis üyesi olarak değerlendirilmemesini ise ayıplıyorum doğrusu.

Yıllarca mülki idare amirliği yapmış, emekliliği sonrasında İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde şirket yöneticiliği yapmış, yönetici olarak hep göz doldurmuş Ardahan Bey’in böylesi bir göreve layık görülmemesini partililerin bile onaylamadığının yakın tanığıyım.

Neden ondan yararlanmıyorlar anlayabilmiş değilim.

Karşıyaka Belediyesi; bana kalırsa emekli milletvekili/ yazar Kemal Anadol’dan da yararlanmıyor. Hatta onun bir önerisine bile hâlâ yanıt vermiş değiller benim bildiğim. Antalya’da, Adana’da, İstanbul’da, Kuşadası’nda altın portakal- altın koza- altın mikrofon film/ müzik/ şarkı festivalleri düzenleniyor iken niçin Karşıyaka’da ‘Yusuf Nalkesen Altın Beste Yarışması’ düzenlenmediğini sormuş ve öneride bulunmuştu.

2003’te İzmir’de ölen Nalkesen, Soğukkuyu Mezarlığı’nda yatıyor.

Yalan Değil Pek Kolay Olmayacak, Söyle Naz Mı Bu Kaş Çatış, Avuçlarımda Hâlâ Sıcaklığın Var, Gölgesinde Mevsimler Boyu Oturduğumuz, İçimde Kim Vardır Bir Bilebilsen, Göze Mi Geldik Yoksa Yazımız Mı Böyleymiş şarkıları kulağımda çın çın çınlayınca neden bu bestekar adına bir altın beste yarışması düzenlenmez, ben de şaşıyorum.

Kemal Anadol’a kulak vermeyenler, Ardahan Totuk’u da görmezden geliyorlar.

Bostanlı’da yaşayan yazar/ yönetmen/şair/ akademisyen Prof. Dr. Semih Çelenk’ten ne kadar yararlanıyorlar bildiğim yok. Belki de tanımıyorlar.

CHP’nin alt kademelerinden başlayarak sosyal demokrat harekette iz bırakmış, CHP’ye çok emeği geçmeyen başkanların varlığından mı kaynaklanıyor bu arıza, yoksa yetersiz bir kültür müdürlüğü ekibinden mi, düşünmek gerek!

İnsan yararlanmaz mı hiç Karşıyaka’da yaşayan edebiyat kuramcısı Aydın Şimşek’ten, araştırmacı yazar Efdal Sevinçli’den, şair yazar Hidayet Karakuş, Fahir Işıksız, Ardahan Totuk gibi mülki idare amirliği yapmış bürokratlardan, Semih Çelenk gibi bir akademisyenden?

Bu ilçede yaşıyor olmak bir şans!

Dile kolay; Veysel Çolak, Hüseyin Yurttaş gibi değerli şair ve yazarlarla iç içesiniz burada. İki adım ötede ise bir başka değerli yazın insanı Ahmet Günbaş ve Oğuz Tümbaş’la hemşerisiniz

Ve daha kimler kimler…

Entelektüel nüfusu, coğrafyası, iklimi, vapurla Konak’a gidip geliyor olmanın keyfi, çağdaş yaşamı… Huzur verici, mutlu edici bir tablo değil midir bu?

Gel gör ki değerli insanlar değerlendirilmiyor Karşıyaka’mızda.

Önümüzdeki yerel seçimlerde bu nedenle Karşıyaka’mızın eğitim ve kültürel düzeyine uygun birinin belediye başkanı olması için çabalamak şart gibi…

Ben, şimdiden adayımın kim olduğunu söyleyebilirim örneğin.

DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Semih Çelenk. Köy tiyatroculuğuna emek veren, işin içinde yer alan pırıl pırıl bir akademisyen ve halk adamı.

Hep içimizde olan Bostanlılı bir hemşerimiz!

Bilmeyenler lütfen öğrensin bu güzel insanı!

*

İnsan sevdiklerini anlatırken biraz mübalağaya kaçıyor olabilir.

Bergama Belediye Başkanlığı yapmış olan Mehmet Gönenç, çok sevdiklerimdendir. Çok güvendiklerimdendir. Ancak… başkanlığı döneminde kent konseyini neden kurmadığı da hep takılmıştır kafama.

Mehmet Ali Çalkaya’nın çalışkanlığı ve halkçılığı da benim için unutulmazdır.

Bugünlerde de Özgür Özel hayranlığım tavan yapmış durumda!

Süreci öyle başarılı yönetiyor ki, tek bir kusurunu bile göremiyorum. Kişiliği, hitabeti, birikimi ve herkeste bulunmayan o koca yüreği ile fethediyor beni.

Kılıçdaroğlu ile geçen yıllar ölü yıllarmış meğerse…

Baksanıza, her mitinginde sosyalist sol yanıbaşında. Demokratik kitle örgütleri hep yanında. Ama asla mezhepçilik, bölgecilik ve hemşericilik gibi kartlara prim vermiyor.

Ben, başkanların hep filozof ve doktor olmasını arzu etmişimdir. Bundan böyle bu listeme eczacıları da dahil edeceğim.

Gün, CHP’ye ve Özgür Özel’e omuz verme günüdür.

*

İnsanın her daim ziyaret edeceği sevdiklerinin olması güzel şey!

Hasan Zeki Sungur ve Tufan Erbarıştıran ile geçtiğimiz hafta içinde Eski Foça’da Kemal Anadol’u ziyarete gittik. Takvim yaşı gereği biraz sağlık sorunları yaşıyorsa da pırıl pırıl bir zekaya sahip Kemal Bey. Heyecanla önümüzdeki günlerde çıkacak olan kitabının yolunu gözlüyor.

3 Kasım 1941 doğumlu değil de 18’inde bir delikanlı sanki…

Ataklığı, heyecanı, kararlılığı, güvenilirliği konusunda herhalde 81 milyon Türkiyeli benden farklı düşünmüyordur.

Öyle de seviliyor ki, biz ziyaretine gittiğimizde yıllar öncesinden iki milletvekili arkadaşı da onu ziyarete geldiler, anılarını tazelediler. Biri Artvin’in diğeri Çorum’un emekli milletvekilleriydi.

Meclisteyken Ali Elverdi gibilerine korku salmış, mangal yürekli Kemal Anadol’un o yüreğini yıllar hiç yıpratmamış. Bildiğini okuyan/ paylaşan ve tartışan biri Sayın Anadol!

Babanın adı Zihni Turgay Anadol olunca evlat da böyle oluyor demek ki…

*

Ortopedi ve travmatoloji dünyasının duayenlerinden olan Profesör Doktor Veli Lök, bana hep bir baba, bir abi, bir yoldaş gibi gelmiştir. Allah Dede, benim ömrümden alsın ona versin dediklerimdendir o.

40 yıldan bu yana bildiğim Veli Hocam, nasılsınız sorusuna hiç mi hiç şuram ağrıyor/ buram ağrıyor diye yanıt vermedi hiç. Onun kadar pozitif birine rastlamadığımı söyleyebilirim rahatlıkla.

Bir günden bir güne birini şikâyet ettiğini de duymamışımdır ondan. Recep Tayyip’i bile…

Hastalarına şifa dağıtan Veli Hocam, şimdi ilerlemiş yaşının sorunlarıyla meşgul.

İzmir’de onun adını taşıyan bir tıp müzesi ya da müze ev, umarım tez zamanda yapılır da o da sağlığında görür. Neden bir caddeye adı verilmesin, bunu da düşünmek gerek.

Alsancak’taki muayenehanesi aylardır onsuz. Şaka bir yana 9 Şubat 1932 doğumlu Veli Hoca, daha düne kadar haftanın iki günü burada hastalarını muayene ediyordu.

Veli Lök’ten söz ediyorken onun iki meleğinden de söz etmemek olmaz.

Ayşe Hanım, onun 40-45 yıldan bu yana yanında çalışan sekreteri. Elif Hanım ise 25 yıllık…

Elif Uslubaş, Veli Hocamın en büyük yardımcısı. Asistanı adeta… Muayenehanenin ikinci ortopedisti gibi.

Telefonda ‘’ Özledim Veli Hocam! ‘’ deyince ‘’ Yarın bekliyorum.’’ yanıtını alıyordum genellikle.

Arada bir de bel ağrılarım nedeniyle beni muayene ettiği oluyordu.

Akşam vakti arayıp ‘’ İğneyi yaptırdın mı?’’, ‘’ Hapını içtin mi? ‘’ diye sorması ise beni vaktinden önce iyileştiriyordu.

İnsan hakları, barış, işkence ve sağlık gibi konuların dışında Türkiye İşçi Partisi saflarında yer almış sosyalist bir tıp adamıyla yıllardır tanışıyor olmanın gururunu yaşıyorum.

Yıllar önce Siyah-Beyaz gazetesinde ve geçtiğimiz yıllarda Dokuz Eylül gazetesinde onunla ilgili yazı ve röportajlara imza atmanın da mutluluğunu…

Tam sayfalık röportajım Siyah-Beyaz’da yayımlandığında anısı güzel Cumhuriyet muhabiri Necati Aygın‘’ Ne diye bu röportajı Cumhuriyet’te yayımlamadık Recai hocam?’’ demişti o günlerde.

Oğlu makine mühendisi, kızı doktor olan Veli Hocama, on yıl kadar önce Manisa yolundaki bir restoranda yaptığımız kahvaltıda sormuştum: ‘’ Çocukların tıp fakültesinde okuması için hiç zorlamada bulundunuz mu?’’

Oğlu Alpay, ‘’ Üniversite sınavlarına girdiğim yıl aldığım puanla her okula giriyordum. Babam tıp fakültesinde okumam için zorlasaydı belki iyi bir doktor olurdum ama mutlu olmazdım.’’ demişti o gün. Veli Hocam ise ‘’ Ben çocuklarıma onları mutlu edecek bir mesleği seçmeleri konusunda uyarılarda bulunmuşumdur hep.’’ demişti bana.

Dayatma ve zorlama kitabında yoktu onun.

İki yıl önce Konak Belediyesi’nde düzenlediğimiz Cumhuriyet Okurları toplantısına davet ettiğimde ricamı kırmamış, aramızda bulunmuş ve bir iki laf etmişti. Ne kadar da mutlu olmuştuk o gün.

Yüzünü gördüğümde, sesini duyduğumda duyumsadığım mutluluğu sözcüklerle anlatamam.

Cuma günü evine gittiğimde doya doya yanaklarından, ellerinden öptüm, hasret giderdim onunla.

Öcal Uluç’a gelince…

Demokrat, vefa adamı, doğruluk abidesi, köy enstitüleri davasının yılmaz savunucusu, Türk ve Dünya klasiklerini orta ve lise yıllarında yer yutarcasına okumuş 70 yıllık bu gazeteciye olan aşkım bir başkadır.

Ayvalık’taki bir imza günüme salt centilmenlik olsun diye çağrıda bulunmuştum üç beş yıl önce.

Urla’dan çıkıp gelmez mi?

Bir buçuk saat kadar kalmış ve bütün ısrarıma karşın bende kalmamış, tekrar Urla’ya dönmüştü.

Üç dört kütüphane açılışımıza da hiç üşenmemiş, aracıyla çıkıp gelmişti Manisa’nın Yund Dağı’ndaki Maldan’a ve merkez köylerinden Üçpınar’a ve Bergama’ya.

Zaman zaman yanıma bir arkadaşımı ya da damadımı alıp Urla’ya gidiyorum o gevrek kahkahalarını işitmek, doyulmaz muhabbetine ortak olma adına.

Onu çeyrek yüzyıl kadar önce benimle tanıştıran Serkan Aksüyek’e ne kadar teşekkür etsem azdır. Doğrularımı alkışlayan, yanlışlarımı ise eleştiren/ uyaran bir abimdir o benim.

90 yaşının baharını sürüyor bugünlerde.

4 Ekim’den bu yana 90’ının içinde…

Bu kez yeni kitabımı ( RRŞKZ) takdim etmek üzere evindeydim.

Cengiz Güven, ona iki adım uzaklıkta bir evde oturuyor.

TRT İzmir Haber Müdürüydü. İlk kütüphanelerimizi açtığımız yıllarda kapısını çalmıştım. Yaptığımız işi anlatmış da anlatmıştım. Beni çok inandırıcı bulmuş olmalı ki o tanışıklıktan sonra her açılışımıza TRT’nin aracını gönderir olmuştu. Kameraman ve muhabir ile… Bazen de kendisi gelmişti. TRT 2 ‘de de annemle birlikte bizim sesimizi soluğumuzu duyurmuştu Türkiye’ye.

Sayısını anımsamıyorum ama çok sayıda açılışımızın haber olmasını sağlamıştı.

Şimdi Yenigün gazetesinde haftada bir yazarak okurlarına sesleniyor, ‘ Ben buradayım’ diyor 79’luk bir genç olarak…

Yüzündeki çocuk masumiyetini de hâlâ koruyor.

Urla’ya yolum düştüğünde bu iki gazeteciye uğramamak hiç yakışır mı bana, sorarım size…

Urla deyince …

2023’te açılan Kent Tarihi ve Arşivi Müzesi’ni ziyaret ettiniz mi diye sormazsam suç işlemiş gibi olurum diye düşünüyorum.

İran’ın Meşhed’indeki ‘ Old Jobs Museum ’ geldi gözümün önüne… Ne kadar da benzetmişler.

Arditi’nin köşkünü ( Eski Tekel binası) de çok iyi değerlendirmişler doğrusu.

Müzenin çok geniş olan bahçesinde de eski meslekleri yaşatmaya çalışmışlar.

Urla’nın ‘ Sanat Sokağı ‘ ve taş evleriyle yıllara meydan okuyan camileri ile ara sokaklarında dolaşmak apayrı bir keyif…

Nobel ödüllü edebiyatçı Yorgo Seferis’le ilgili sorunuz mu var, yanıtı Urla’da.

Necati Cumalı Anı ve Kültür Evi de görmeniz gereken adreslerden olmalı.

Yolunuz buraya düşecek olursa İskele’de Tanju Okan’ın heykeli yakınındaki kafede çayınızı yudumlayıp sahilde bir iki tur atın derim.

Eski Foça ile Urla görmeye değer iki sahil kasabamız.

Şairler, yazarlar, tiyatrocular, siyasetçiler neden bu iki ilçeyi tercih ediyorlar, bu kez daha iyi anladım.