Okumak, bazen bir kaçış bazen bir hobi, bazen de bir alışkanlıktır. Ama Mustafa Kemal Atatürk için okumak, milletin kaderini değiştiren bir yolculuğun ilk adımıydı. O, kitapları raflara değil, cumhuriyetin temeline koydu.
Onun hikâyesi, yokluğun içinde yeşeren bir merakla başlar. Çocukluk yıllarında imkanlar kısıtlıydı, para nadir, kitap pahalıydı. Ama o, önceliğini hiç değiştirmedi. Hayat felsefesini yıllar sonra tek bir cümlede özetledi:
“Ben çocukken yoksuldum. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.”
Bu söz, bir liderin çocukluğundan taşan yalnızca bir anı değil; aynı zamanda bir yol haritasıdır. Çünkü Atatürk’e göre bir milletin kalkınması, bütçeyle değil bilgiyle ölçülürdü.
Askerdi, evet… Ama onun silahı yalnızca tüfek değildi; kalemdi, kitaptı, fikirdi. Çanakkale’de siperlerin arasında, Sofya’da bir diplomat masasında, Anadolu’da ateş hattının orta yerinde kitaplar hep yanındaydı. Askerlerine cesareti sahada, kendine umudu sayfalarda aradı.
Sadece okumadı, yazdı da. Hem de geleceğe yön çizen kitaplar…
Nutuk, yalnızca bir söylev değil; milletin uyanışının hafızasıydı.
Geometri, bir ders kitabından fazlasıydı; düşünmenin düzeni ve matematiğin diliydi.
Taktik Tatbikat Gezisi, savaş meydanlarının teorik pusulasıydı.
Medeni Bilgiler ise bir toplumun nasıl yurttaş olacağını anlatan toplumsal bir kılavuzdu.
Atatürk’ün yazdıkları kadar, okudukları da onun zihninin atlasıydı. Kütüphanesinde 4 bine yakın kitap vardı.
Tarih okurken milletlerin kaderini inceledi, ekonomi okurken bağımsızlığın sadece bayrakla değil üretimle kazanıldığını düşündü, felsefe okurken aklın özgürleşmesi için savaştı, edebiyatta ise millet ruhunu aradı.
Bir gün Rousseau’nun toplum sözleşmesini karıştırdı, başka bir gün Namık Kemal’in satırlarının altını çizdi. Montesquieu’den devlet yapısını, Ziya Gökalp’ten millet kavramını, Tevfik Fikret’ten cesareti damıttı. O, kitaplardan dünyanın bilgisini alıp kendi ülkesinin gerçeğine tercüme eden bir liderdi.
Atatürk için okumak, yalnızca bireysel bir yükseliş değil, toplumsal bir sorumluluktu. Bu yüzden okuyan bir millet hayal etti. Çünkü biliyordu ki:
“Okumak, kafayı insanlığa çevirmektir.”
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.”
Bugün bilgiye erişmek çocukluğundaki gibi zor değil. Bir tıkla milyarlarca sayfaya ulaşabiliyoruz. Fakat ironiktir; kitaba ulaşmak kolaylaştıkça, kitapla temasımız bazen zayıflıyor. Paragraflar kısalıyor, videolar uzuyor, okumak zor geliyor, izlemek kolay… Atatürk yaşasaydı belki de bize şunu sorardı:
“Bilgi elinizin altındayken zihninizi neden uzakta tutuyorsunuz?”
Çünkü o biliyordu; ulusların kaderini tanklar değil, düşünen beyinler değiştirir. Başarı adımlarla değil, fikirlerle hızlanır. Ve gerçek zafer; düşmandan alınan toprak değil, cehaletten kazanılan zihindir.
Bu yüzden bizlere kalan miras yalnızca kurtarılmış bir vatan değil; düşünme cesaretidir.
İlerlemek için hız değil, merak gerekir.
Zafer için güç değil, fikir gerekir.
Gelecek için gürültü değil, okuma gerekir.
Özetle;
Silahı güçlü olan değil, fikri güçlü olan kazanır.
Toprağı alan değil, zihinleri aydınlatan iz bırakır.
Atatürk bunu başardı.
Ve yönü net bir cümleyle bize bıraktı:
Oku. Düşün. İnşa et.