Sevinci ve üzüntüyü yansıtma biçimi bireysel değil toplumsaldır...
İran'da Cumhurbaşkanı Reisi'nin ölümünün ardından gelen görüntüler üzüntüden çok üzüntünün yansıtılış biçimi açısından dikkat çekiciydi...
Üzüntüyü göstermek kolaydır.
Asıl zorluk sevinçte yaşanır.
Dikkat edin insanların sevinç görüntülerine, hemen hemen hiç değişmez.
Ne yapacağını bilemeyen insanlar çıkar karşımıza.
Anlamsız bağıran, zıplayan, en yakınındakine sarılma ihtiyacı duyan ve genellikle finalinde ağlamanın olduğu sevinç gösterilerine tanık olacaksınız.
Bu duygusal kalıpların temelinde ilk yola çıkışın kafa karışıklığı var.
Herkesin kafasında Everest'in zirvesine çıkmak var.
Te gösterge, zirveye çıkabildin mi? Çıkamadın mı? ikilemi üzerine kuruluyor.
Oysa zirve işin sadece ayrıntısı...
Aslolan o zirve değil, zirve yolculuğudur...
Galatasaray-Fenerbahçe arasındaki son rekabete bakın...
Koca koca insanların ağzından çıkanı duymayacak hale gelmesi, kazanmaktan başka hiçbir sonucu kabul etmemesi, olayı ölüm-kalım haline getirmesi sadece ve sadece sürü kültürünün bir parçası olmalarıyla açıklanabilir.
Çevresine baktığında gördüğü tek gerçeği, tek doğru haline getiriyor.
Önemli olan kazanmak ya da kaybetmek değil, o mücadelenin bir parçası olabilmek.
Daha ana sınıfından başlaması gereken bir eğitim bu.
Asıl önemli olan ipi önde göğüsleyip göğüslemediğiniz değil, o ipe doğru mücadele edip etmediğiniz olmalı ve bu ağaç yaşken verilebilecek bir eğitim...
Yoksa Türkiye'nin en zenginiyle en fakiri aynı olaya aynı tepkiyi veriyorsa bunun adı genel kültür olamaz...
Everest'in zirvesine yolculuğun tadı yerine zirveye çıktın mı? çıkmadın mı? ikilimenine takılıp kalmak hayatı ıskalamaktır.
Everest hep orada duracak da, bir süre sonra bugün dünyada nefes alan hiç kimse kalmayacak...
Tadını çıkartmak varken oturup karalar bağlamanın ne faydası var?