Yazar Laurie Colwin, “Hayat hem mutluluk ve neşeyle hem de keder ve gözyaşıyla doludur. Fakat mutlu da olsak üzgün de olsak karnımızı doyurmalıyız. Güzel bir yemek, mutlu ya da üzgün her insanı neşelendirir.” der.

Gerçekten de öyle… Peki ya yemeğe eşlik eden müzik yediğimiz yemeği nasıl etkiler? Hiç düşündünüz mü?

Dünya üzerinde hangi restorana gidersek gidelim; en lüks, en salaş, en süslü ya da en sade olsun fark etmez, yemek yenilen her yerde bir melodi duyarız. Çünkü müzik, yemeğin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu birliktelik öylesine değildir; neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir.

Pek çok müzisyen yemekle yakından ilgilidir. Kimi sofra başında ilham bulmuş, kimi mutfakta yaratıcılığını beslemiştir. Hatta bazıları tarifleriyle gastronomi tarihine bile geçmiştir.
Verdi, çocukluğunu ailesinin restoranının üst katında geçirirken hem mutfak kokularına hem de müziğin tınılarına aşina oluyordu. En sevdiği yemek, tereyağlı risottoydu.
Rossini, mutfakta da sahnede olduğu kadar cesurdu; foie gras ve trüf mantarlı “Tournedos Rossini” hâlâ onun adını taşır.

Puccini’nin kilometrelerce yol gidip kuru fasulye yemesi, Verdi’nin bahçesine yemekleri soğukta saklamak için kar kuyusu yaptırması, Beethoven’in beste yaparken yemek yemeyi bile unutması… Her biri, müzikle yemeğin nasıl iç içe geçtiğinin kanıtı.

Chopin ise yemek yemeyi sevmezdi ama kendi elleriyle reçel yapmaktan büyük keyif alırdı.
Bu hikâyeleri Gülfam Göknar’ın “Müzik ve Yemek” kitabından okuyoruz. Kitapta klasik Batı müziğinin on altı bestecisinin menüsü yer alıyor. Kimisi obur, kimisi gurme, kimisi de mutfakta gerçek bir usta...
Fakat müzik ve yemek ilişkisi yalnızca sanatçıların hayatında değil, bizim sofralarımızda da etkisini sürdürüyor. Araştırmalar, yemek yerken dinlediğimiz müziğin yediklerimizden aldığımız tadı değiştirdiğini gösteriyor.

Yemek uzmanı Dan Saladino, duyma ve tatma duyularımız arasındaki etkileşimi incelemiş. Oxford Üniversitesi’nden Profesör Charles Spence ise tiz seslerin tatlı tatları, bas seslerinse acı ve umami tatları ön plana çıkardığını söylüyor.

Yani fonda çalan doğru bir müzik, aslında gizli bir baharat gibi tabağınıza karışıyor.

South Florida Üniversitesi’nden Dr. Dipayan Biswas da müzik ses düzeyinin yemek seçimlerimizi etkilediğini ortaya koymuş. 55 desibelin altındaki sakin melodiler bizi daha dikkatli yapıyor ve sağlıklı yiyecekler seçmemizi sağlıyor. Ancak ses 70 desibeli geçtiğinde işler değişiyor: Tatlı ve yağlı yiyeceklere yönelme oranı yüzde 20 artıyor.
Yüksek ses stresi artırıyor; stres de şekerli ve tuzlu tatlara olan isteği...

Bir başka araştırmada, hiç müzik çalmadığında insanların dakikada ortalama 3,9 lokma yediği, canlı müzikte bu sayının 5,1’e çıktığı görülmüş. Sakin flüt melodilerinde ise hız 3,2 lokmaya düşüyor ve kimse ikinci tabağı istemiyor.

Demek ki sadece ne yediğimiz değil, hangi müzikle yediğimiz de önemli.
Belki de boşuna “Ruhun gıdası müziktir.” dememişler.
Çünkü ruhun gıdası olan müzikle bedenin gıdası olan yiyecekler aslında birbirinden ayrı değil. Biri kulağımızdan içeri girerken, diğeri damağımıza dokunuyor; ama ikisi de aynı yere — kalbimize — ulaşıyor.