“Şu an bulunduğum yerden baktığım bu güzel dünya gezegeninde, hâlâ yaşarken elinizden gelenin en iyisini yapın.”
Bazı insanlar dünyayı değiştirmeye karar vermez. Sadece dikkatle bakar, sessizce dinler, sabırla anlamaya çalışır.
Ve bazen, bu bile dünyayı değiştirmeye yeter.
Jane Goodall tam olarak böyle biriydi. Dünyayı değil, önce bir şempanzenin ellerini, gözlerini, alışkanlıklarını anlamak istedi.
Ama o dikkatli bakışıyla, hepimizin doğayla kurduğu ilişkiyi baştan yazdı.
3 Nisan 1924’te Londra’da doğan Dr. Goodall, çocukken Dr. Doolittle’ın Hikayesi ve Tarzan kitaplarını okuyarak hayvanlara derin bir sevgi duymaya başladı.
20’li yaşlarının ortalarında Kenya’da bir arkadaşının çiftliğinde kalırken, önde gelen primatolog Prof. Louis Leakey ile tanıştı.
Yeterli akademik eğitimi olmamasına rağmen, Leakey onun potansiyelini fark etti ve 1960 yılında Tanzanya ormanlarına ilk araştırma gezisini düzenlemesine yardımcı oldu.
O yıl, bir hayvanın alet kullandığını belgeleyen ilk kişi oldu. David Greybeard adını verdiği büyük bir erkek şempanzenin, bir sopayla termitleri yuvalarından çıkardığını gözlemledi.
O zamana kadar bunu yapabilecek kadar zeki olan tek canlıların sadece insanlar olduğu düşünülüyordu.
Goodall’ın bu keşfi, bilim dünyasının ezberini bozdu; evrim biliminin yönünü değiştirdi.
Çalıştığı hayvanlarla yakın bağ kurması, onlara isim vermesi ve “arkadaşlarım” diye hitap etmesi o dönem bilim camiasında –özellikle erkek meslektaşları arasında– alay konusu olmuştu.
Ama o, gözlemlerinde ısrar etti. Çünkü sevginin, bilimin bir parçası olabileceğine inanıyordu.
Zamanla yalnızca bir bilim insanı değil, bir vicdan sesi haline geldi.
Hayvanat bahçelerinde ve laboratuvarlarda esaret altında tutulan şempanzelerin serbest bırakılması için mücadele etti.

Doğal alanların tahribatına, iklim krizine ve türlerin yok oluşuna karşı tüm dünyayı harekete geçmeye çağırdı.
1977’de Jane Goodall Enstitüsü’nü kurdu.
Amacı yalnızca şempanzeleri korumak değil, insanların doğaya bakışını değiştirmekti.
1991’de başlattığı Roots & Shoots (Kökler ve Fidanlar) adlı programla çocuklara ve gençlere, doğa için küçük ama anlamlı adımlar atmanın önemini anlattı.
“Her bireyin fark yaratma gücü vardır” diyordu.
“Ne yediğimiz, ne satın aldığımız, neyi umursadığımız bile dünyayı değiştirir.”
2024’te BBC’ye verdiği bir demeçte şöyle diyordu:
“Altıncı büyük yok oluşun ortasındayız... Doğayı iyileştirmek ve mevcut ormanları korumak için ne kadar çok şey yapabilirsek o kadar iyi.”
Hayatının ilerleyen dönemlerinde, hâlâ neyin onu motive ettiğini sordular.
“İnsanlar çocukları için bir gelecek ister,” dedi sade bir şekilde.
Jane Goodall Enstitüsü bugün hâlâ onun izinden gidiyor; şempanzeleri koruyor, çevreye ve insanlığa fayda sağlayan projeler üretiyor.
Dr. Goodall, bir hafta önce New York’ta bir röportaj için sahneye çıkarak, son günlerine kadar çalışmaya devam etti.
3 Ekim’de California’da tüm biletleri tükenen bir etkinlikte konuşma yapması bekleniyordu.
Netflix, yaşamlarının son döneminde ünlü isimlerle yapılan gizli röportajları içeren Famous Last Words (Meşhur Son Sözler) adlı bir belgesel dizisi hazırlıyor.
Serinin ilk bölümü Jane Goodall’a ayrılmış.
Bu röportajda Goodall, kendine özgü mizahını koruyarak şöyle diyor:
“Sevmediğim insanlar var; onları Elon Musk’ın uzay gemilerinden birine bindirip, keşfedeceğinden emin olduğu gezegene göndermek isterdim. Musk da o gemide olurdu. Sonra Putin’i, Xi’yi ve Netanyahu’yu da yanına koyardım.”
Ardından ciddileşiyor; insanlık ve doğa arasındaki o derin bağı yeniden hatırlatıyor.
Ve ölümden sonraki hayata dair düşüncelerini paylaşıyor:
“İnanıyorum ve artık biliyorum ki, ölümden sonra yaşam var. Bu bilinç hayatta kalıyor.
Bulunduğum yerden bana ait olmayan sırları sizinle paylaşamam.
Dünya gezegeninden ayrıldığınızda neyle karşılaşacağınızı size söyleyemem.”
Jane Goodall bu dünyada insanlara umut olmayı seçti.
Ve umut, bazen tek bir bakıştan doğar.
Işıklar içinde uyu, Jane.
İyiler, er ya da geç, bu savaşı kazanacak.