Umudu genellikle bir duygu olarak düşünürüz, oysa o, bir bilme biçimidir. Kör bir iyimserlik değil, geleceğe dair, geleceğin değişebileceğine dair eleştirel bir farkındalıktır.

Dünyanın gerçekliğini reddetmeden, kötü giden şeylere rağmen mevcut olanın içinde daha iyinin imkânını aramaktır. Bu nedenle umut, acıya ve mutsuzluğa karşıt olarak değil, bizzat onların içinden çıkar.
İyimserlik psikolojik bir teselliyken umut geleceğe dair etik bir tutum niteliği de taşır. Varolanı olduğu gibi kabul edip içindeki iyi noktaları görmek değil, onun içinde taşıdığı yeni olanakların farkındalığıdır. İyimserlik, olgulara karşı körleşmeyi gerektirir; umut ise olguların içinden başka bir olasılık çekip çıkarmayı.
İşte ütopyanın anlamı da bu farkta ortaya çıkar: Ütopya geleceğe dair iyimser bir inanç üzerine tesis edilmez. Yenilme ihtimalinin farkında olarak ayakta kalabilme yetisidir. Bu bakımdan etik bir tutumdur. Umut, dünyayla duygusal bir barış hali değil; dünyaya karşı sorumluluk duygusudur.
İyimserlikten tamamen farklı, inançtan da bir adım ötesidir. Ütopya mevcut olanın böyle sürmemesi gerektiğini bilmektir. Ütopyanın yitimi olarak umutsuzluk dünyanın olduğu gibi kabul edilmesidir, dolayısıyla hâkim ideolojinin zaferidir.
Ütopyalar her zaman hâkim ideolojiye karşıttır ve onun eleştirisini içerir. Hiçbir zaman saf bir tasarım içermez, bu nedenle gerçekleşeceğine dair bir iddiası yoktur. Onlar düşüncemizin sınırlarını test etmek ve genişletmek için yazılır. Bu nedenle ütopyalarda esas açığa çıkan şey arzudur; adalet duygusuna yönelen bir arzu.
Ütopya, tahayyül yetisini politik bir alan haline getirir. Her ütopya hayal gücümüzü kışkırtır, çünkü mevcut olanın dışına çıkan ontolojik ve etik bir yönelimdir. Ütopyalar başarılmaları için yazılmaz, hatta onlar başarısızlığa yazgılıdır.
Tam da bu başarısızlıkta onun esas işlevi ortaya çıkar. Ütopyalar bize neyin mümkün olmadığını göstererek, imkânın alanını tanımlar. Çünkü geleceğin nesnesi değil, şimdi ve gelecek arasındaki zamansal bağıntıyı kuran bir unsurdur. Çünkü insan gibi dünya da tamamlanmış değildir.
Ütopya bir varılacak yer resminden ziyade bir doğrultu, bir yön ortaya koyduğundan gelecek inşa etmekten ziyade birlikte şimdiye müdahaleyi içerir. Bugün ütopyayı yeniden düşünmek, “iyimser olmayı” değil, umut etmeyi yeniden öğrenmektir ve onu pasif bir duygusal kapasiteden ziyade arzuyla ortaya çıkan eylemlilik olarak görmektir.
Umut etmek, beklemek değil, eyleme geçmektir. Bu anlamda politik bir güçtür, geleceği kurmak için bugüne müdahale etmektir. Umutsuzluk ise konformizmdir. Zira geleceksizlik bugünün hâkim söylemi içinde sürekli normalleştirilir. Umut, alışılmışa direnmektir.
Dünyayı tüm çelişkileriyle görmek, ama yine de onun başka türlü olabileceğine inanmak… Ütopyada açığa çıkan bir direniş biçimidir. O nedenle ütopyayı bir pratik olarak düşünmek gerekiyor.
O zaman ütopyanın belirsiz bir gelecekte değil, her direnişin, her dayanışmanın, her adalet mücadelesinin içinde yaşadığını görebiliriz. Çünkü umutsuzluk ekonomisinde umut etmek, safdillik değil — direniştir.
Ve her direniş, yeni bir ütopyanın ilk cümlesidir.