Sabah alarm çalınca uyanmak değil aslında insanı yoran, akla ilk gelen “yer bulabilecek miyim?” düşüncesi. Toplu taşımaya binmek artık işe gitmenin değil, günlük hayatta verilen psikolojik bir mücadelenin ilk raundu.

Otobüs durağında beklemek bile stres kaynağı. Kapılar açılıyor ama inen mi belli, binmeye çalışan mı? Daha ilk dakikadan kalabalığın içinde görünmezleşiyor insan.

Dolmuşlar hâlâ “bir kişi daha sıkışır” mantığının temsilcisi. Yorgun yüzlere çarpan çanta köşeleri, ayakta giderken frenle birlikte öne savrulan insanlar, her sarsıntıda birbirinin omzuna düşen yolcular… Kimse konuşmuyor ama herkes aynı hikâyeyi yaşıyor.

Karşıyaka hattı ise bu çilenin zirvesi.

Bostanlı, Mavişehir, Karşıyaka çarşı güzergâhı sabah ve akşam saatlerinde adeta kilitleniyor. Trafik bazen öyle bir durma noktasına geliyor ki 500 metreyi 1 saatte gidemeyen insanlar var. Otobüs şoförleri bile çaresizce direksiyona yaslanıp ışıkların değişmesini bekliyor.

Camdan dışarı bakan yolcular aynı soruyu soruyor: “Bu mesafe nasıl bitmez?” Yol almak değil, beklemek yıpratıyor insanı. Bir sonraki durak bile gözde büyüyor, çünkü hareket etmeyen trafikte zaman bile ağırlaşıyor.

Bir de insan kalabalığının içindeki görünmez çatışmalar var.
Yorgunluktan ayakta durmakta zorlanan, eli titreyerek tutunmaya çalışan insanlar varken, oturacak koltuğun boşalmasını fırsat kollayan bir kitle türedi. Yer veren değil, ilk oturan olmanın peşindeler. Kapılar açıldığı anda adeta koltuk yarışı başlıyor. Çantasıyla yol kapatanlar, dirseğiyle yol açanlar, başkasını itip geçenler… Kimsenin gözü kimseyi görmüyor. Bedeni yorgun olan kadar vicdanı yorgun olan da çok artık.

Peki ya ruh hali?

Güne omuz omuza değil, sinir sinire başlıyoruz. İnsanların gözlerinden yorgunluğun yanı sıra tükenmişlik okunuyor. İşe varmadan ruhu işten çıkmış gibi hisseden milyonlar var. Kulaklık takıp iç dünyasına sığınanlar, gözlerini kapatıp gürültüyü yok saymaya çalışanlar, kapıya yakın durup “bir sonraki durakta inerim” hesabı yapanlar…

Ve akşam…

Günün yorgunluğu daha üzerimizden düşmeden aynı kalabalığa yeniden karışıyoruz. Bir otobüse sığmaya çalışan yüzlerce kişi, eve ulaşmayı değil, sadece düşmemeyi hedefliyor artık. Karşıyaka hattında trafik ışıkları bile toplu taşımanın kaderini belirliyor.

Bu yalnızca ulaşım meselesi değil; insanların yaşam kalitesini, sabrını, ilişkilerini ve psikolojisini şekillendiren görünmez bir yük. Herkes bir yerlere yetişmeye çalışırken, kimse kendine varamıyor.

Belki de sorun araçlarda değil, insana değer vermeyen düzende. Çünkü bir koltuğa oturabilmek bile bu ülkede şansa dönüşmüşse, yorgunluğun adı artık yol değil, yaşamdır.