Robot kelimesini dünyaya kazandıran kişidirKarel Čapek.1920’de kaleme aldığı R.U.R. (Rossum’s Universal Robots) adlı eserinde, Çekçe “robota”dan —yani angarya, zorunlu emek—türettiği “robot” sözcüğünü“mekanik işçi” olarak tanımlar. Čapek’in romanında Rossum’un fabrikasında üretilen bu “mekanik işçi” robotlar, insanın yükünü hafifletmek için tasarlanmıştır: İnsan artık çalışmayacak, düşünecek, yaratıcı olacak, kendini gerçekleştirecektir.
Fabrikanın genel müdürü Fabry, insanların “kusurlu yaratıklar” olduğunu söyler; makinenin hızını, verimini ve sadakatini över. “İradesiz, tutkusuz, tarihsiz, ruhsuz”* bu mekanik varlıklar her şeyi ürettiğinde, sefaletin ortadan kalkacağı, insanın yalnızca sevdiği şeylerle ilgilenerek yaşayacağı bir dünya hayali kurulur. Ama bu hayal, insanın kendini Tanrı yerine koymasının bir başka versiyonuna dönüşür. Çünkü Rossum’un asıl hedefi artık emek değil, yaratılışın kendisidir; kusursuz insanı üretmek ister. Ve o noktada hikâye, teknolojinin değil, hubris’in —insanın kendi kibirli yaratma arzusunun— hikâyesine dönüşür.
Bugün, bir asır sonra, R.U.R.’un kehanetinin farklı bir biçimde gerçekleştiğini görüyoruz.
Karel Čapek’in robotları insan olmayı öğrenmeye çalışırken, bugünün robotları insan alışkanlıklarını öğreniyor. Artık makine, insanın yerini fabrikada değil, evin içinde alıyor: tozun nerede biriktiğini bilen, bizi bizden iyi tanıyan cihazlar, uyku saatlerimize göre ışığı kısan sistemler, hatta duygularımıza göre müzik öneren algoritmalar…Rossum’un laboratuvarı artık evimizin içinde.
Modern insan, bu sistemin başmühendisi olmaktan çoktan çıkmış durumda. Çoğu zaman yalnızca bir kullanıcı, hatta daha kötüsü, bir veri kaynağı. Teknolojik ütopya, derin bir yabancılaşmanın maskesi haline geldi. Marx’ın tanımıyla emek, insanın kendini doğada gerçekleştirme biçimiydi; şimdi ise doğa da, emek de, insan da algoritmik bir biçimde yeniden kodlanıyor. Bir zamanlar makineler insanın uzantısıydı; şimdi insan, makinelerin arayüzüne dönüşüyor.
Robotlar -şimdilik- isyan etmiyorlar, bize karşı gelmiyorlar; yalnızca bizim yerimize çalışıyorlar.Ve biz, bunun karşılığında biraz daha sessiz, biraz daha hareketsiz, biraz daha “boş” bir hayat sürüyoruz. Donna J. Haraway’inSiborgManifestosu’nda (1991) bahsettiği gibi “makinelerimiz rahatsız edici biçimde canlı, bizler ise ürkütücü biçimde hareketsiziz”**.Bu cümle yalnızca teknolojik dönüşümü değil, modern insanın kendi emek alanından çekilişini de anlatır. Bugünün insanı, artık emeğini değil, otomasyonun düzgün çalışıp çalışmadığını denetlemektedir. Bir zamanlar dünya, insanın üretimiyle dönüyordu; şimdi ise algoritmalar ile dönüyor.
Belki de Karel Čapek’in asıl görmek istediği şuydu: Robotlar insanlığı yok etmek için değil, insanı gereksiz kılmak için vardır. İşte bu gereksizlik duygusu, modernliğin en sinsi hastalığıdır. Makineler bize konfor sunarken, insanın kendi varlık alanını —yani emeğini, çabasını, iradesini— yavaşça silip süpürmektedir.
Karel Čapek’inR.U.R.’undainsanın emeğinden ve kendinden yabancılaşması, ilk kez tam anlamıyla teknolojik bir biçim alır.Rossum’un fabrikasında insanın emeği, insanın yerini alacak makinelere dönüşür.İnsan, kendi emeğini nesneleştirirken, o nesne —robot— kendi efendisine karşı ayaklanır.Bu sahne, yalnızca bir bilimkurgu alegorisi değil, modern dünyanın derin gerçeğidir:İnsan, doğayı ve emeğini denetlemek isterken, sonunda kendi yaratısının denetimine girer.
Yine de Čapek’in hikâyesi karanlık bir nihilizmle bitmez.
İsyandan sonra insanlık yok olur, fakat robotlardan ikisi —Primus ve Helena— birbirlerine aşık olurlar. Bu, romanın bütün endüstriyel soğukluğunu delen bir ışıktır. Çapek’in mesajı açıktır: Eğer bir kurtuluş varsa, bu yalnızca akılda, üretimde ya da verimlilikte değil; duyguda, şefkatte, dayanışmada aranmalıdır. Emekten yabancılaşmanın panzehiri, insanın kendine dönmesi değil, başkasına yönelmesidir.
Bugünse biz, kendi yarattığımız “akıllı” sistemlerin içinde daha yalnız, daha hareketsiz, daha “yönetilen” bir yaşam sürüyoruz. Yabancılaşma artık fabrikada değil, evde; artık üretim bandında değil, ekran başında gerçekleşiyor. Belki de bugünün en devrimci eylemi, makinenin yapmadığı bir işi elimize almak, o işi sırf “gereksiz” olduğu için yapmak olabilir. Çünkü insanı insan yapan şey, verimlilik değil; kendi emeğinin anlamını hâlâ hissedebilmesidir.
Rossum’un fabrikası, insanın yerini alan makinelerle doludur; ama sonunda hayatta kalan, insanın yarattığı düzen değil, insanın içindeki yaşamın ilksel itkisidir.İnsan, kendi emeğini makineye devrettiğinde yalnızca işini değil, kendini de kaybeder. Ama romanın sonunda “Hayat yok olmayacak”*** cümlesi yükselir.
Belki de insanın geleceği, yeniden “yaratmakta” değil, yaşatmakta gizlidir. Kurtuluş da belki, emeği yeniden bir anlam pratiği olarak kavramaktan geçer; eylemi üretim değil, ilişki olarak kurmak.
Kaynakça
*Karel Čapek, R.U.R. (Rossum’s Universal Robots), çev. Gökçen Ezber, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2022, s. 37.
**Donna J. Haraway, “A Cyborg Manifesto,” in Simians, Cyborgs, andWomen: TheReinvention of Nature, New York: Routledge, 1991, s. 153. (Türkçesi: Siborg Manifestosu: Yirminci Yüzyılın Sonlarında Bilim, Teknoloji ve Sosyalist Feminizm, Başka Yer içinde, çev. Güçsal Pusar, İstanbul: Metis Yayınları, 2010.)
***Karel Čapek, R.U.R. (Rossum’s Universal Robots), çev. Gökçen Ezber, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2022, s. 104.