Mutfaktan taze demlenmiş çayın kokusu geliyor. Bahçelerde beyaz keten örtüler üstüne sofralar kuruluyor. Bazen de sepete doldurup yumurtaları, kuru köfteleri pikniğe gidiliyor Çamlıca Tepesi'ne. İlkyazın coşkusu yaşanıyor sofralarda. Kışın ağırbaşlılığı, yazın sıcağı. Ve sonbaharın hüznü... Geçmişin şaşaalı günleri hamur olup yoğruluyor, dolma olup sarılıyor... Soğanlar öldürülüyor ağır ateşte, pastaların üzerine çilekler yerleştiriliyor büyük bir özenle… Selim İleri, Rüyasındaki Sofraları böyle
"Sofra kuruldukça, domates, peynir, kavun, ekmek dizilince yan yana (...) kutsal bir paylaşmadır bu; ilk yakınlıklardır." Der Şair Nazım Hikmet.
Güzin Yalın, Ruhun Gıdası Kitaplar tarafından basılan’ ’Mutfaktan, Tabaktan, Sokaktan’’ adlı kitabında sofraların masaya gelinceye kadar geçirdiği evrelerden bahseder. Avrupa’da, Rönesans öncesi dönemde, büyük ihtimalle eşit yükseklikte iki eşyanın arasına, geniş enli kalaslar koyulup üzeri kumaşla örtülerek, geçici yemek masaları oluşturulmuş ve böylece başlamış masaların üzerine kurulan sofraların öyküsü ve hatta bazı kaynaklara göre, “sofra kurmak” deyimi de buradan gelir.
Arapça ‘süfra’ kelimesinden gelen sofra; masa, sini ve benzeri şeylerin, yemek yemek üzere hazırlanmış hali diye tanımlanır. 16. yüzyıla dek sofra kelimesi üzerinde yemek yenen ve artıkların dökülmesini engellemek için kullanılan örtüye verilen isimken, daha sonra üstünde yemek yenilen sini, tepsi ya da masanın adı olmuş. Ancak çoğu zaman sofra denilince sadece yemeğin konulduğu yer değil, o eylemin bizzat kendisi anlaşılır. Sofra kurmak, sofra sahibi olmak, sofra başında sohbet etmek derken kastedilen yalnızca o sini değildir. Belki de tam bir tanımlama da yapmamak gerekir. Çünkü sofralar mekân, zaman ve kişiye göre değişir.

“Sofra” kavramı yani kelimenin sözlük anlamının ötesindeki sembolik içeriği ise bizi asıl cezbeden mesele. Bu konuda çok zengin bir çağırışım kapasitesine sahip kelime. Sonsuz bir bereketin sembolü ve sıcak sohbetlerin ortamı. Sofraya getirilen yiyeceklerin türü ve miktarı ne olursa olsun, bir sofra başında toplanabilmiş yani bunu mümkün kılacak rızkı kazanabilmiş olmak, başlı başına berekete ulaşmak anlamına gelir. Bir de bunun paylaşılması, aynı mekânda aynı masa çevresinde bir araya gelinmesi durumu var ki, bu da sohbet ortamını oluşturur. Hiç şüphesiz, insanın en lezzet alarak yaşayacağı, en keyifle anacağı ve en zor unutacağı sohbetler sofra başında gerçekleşir.
Sadece karın doyurmak için değil, mutlu olmak için de günün en önemli bölümlerinden bir kısmı sofra başında geçer. Akşamları ailece bir sofranın başında toplanabilmeyi, günü başarıyla atlatmış olmanın bir belirtisi olarak görürüz; düzgün bir sofra kurup misafir ağırlayabilmeyi, en azından gönül zenginliğinin ve paylaşmanın mutlu göstergesi olarak kabul ederiz; soframızın her gelene açık olması, cömertliğin ve yardımseverliğin bir sonucu olarak bilinir; kalabalık bir dost sofrasının sohbet ortamında lezzetine varılan konuların yerini hiçbir şey tutamaz…
Edebiyatımızın en iştahlı şairlerinden biri olarak bilinir Yahya Kemal ancak Ahmet Haşim de sofranın hakkını teslim edenlerden; ‘’Medeniyette oynadığı rolün kudsiyeti bakımından mutfak kütüphaneden aşağı değil.'' Haşim, hastalığı yüzünden yemek yiyemediği günlerde yayınladığı Yemek adlı yazısında sarf etmiş bu sözü.
Saro Dadyan’ın ‘’Yemek ve Kültür’’ dergisinde yer alan yazısında belirttiğine göre; Osmanlı klasik devrinde daha sade, hızlı ve sessiz olarak tanımlanabilecek resmi sofralar Tanzimat’la birlikte Batı’ya açılmış ve hem menü hem de kullanılan aksesuarlar ve ritüeller değişiklik göstermeye başlamış. 21 Mart 1910 tarihinde Sultan Mehmed Reşad’ın Dolmabahçe Sarayı’nda Bulgaristan kralı Ferdinand şerefine verdiği yemek bu duruma güzel bir örnek teşkil eder. Sofra şık yemek takımlarıyla, masa ve sandalyelerle donatılmış bir yemek salonunda kurulmuş, davetliler şık Avrupai kıyafetlerle sofraya oturmuş.
Edebiyatımızda sofra başı muhabbetler özellikle 2. Meşrutiyet'ten sonra yaygınlaşmış.
Ahmet Midhat Efendi, Hüseyin Rahmi ve Safveti Ziya'nın romanlarında modernleşme serüvenimizde sofranın yerine dair önemli saptamalar vardır.
Aynı şekilde Ahmet Hamdi Tanpınar'ın başyapıtlarından biri olan Huzur romanında geçen sofra bölümünde sadece sofra değil, klasik müziğimiz ve edebiyatımız üzerine koyu ve sıkı bir muhabbete girişir roman kahramanları.
Edebiyat mahfillerinde sohbetler de yemekler de pek bitmez.
Güzin Yalın’ın’ ’Mutfaktan, Tabaktan, Sokaktan’’ adlı kitabından alıntılayarak devam edelim; Gerçek bir sofrayı tanımlamayan mecazi sofralar da var; “kurtlar sofrası”, “şeytan sofrası”, “cennet sofrası”, “ikbal sofrası” gibi… Bunların sadece anlamları değil, varlıkları da tamamen sembolik; yani somut olarak hiç var olmuş değiller. Bir de somut varlıklarını çok aşan anlam derinliğine sahip sofralar var; hiçbir süsleme, hiçbir özel dokunuş içermeden, sundukları basit karavana yemeğiyle çok önemli semboller haline gelen yatılı okul sofraları, imarethane ve aşevi sofraları, asker ocağı sofraları gibi. Sonra neredeyse anlı şanlı bir sofrası olmadan gerçekleşmeyecek olaylar var ki, bunların hemen hepsi, tahmin edilebileceği gibi, kutlamalar. Düğün, nişan, sünnet, yılbaşı, hıdrellez ve nevruz, bayram, iftar ve sahur sofraları gibi. Bunların hepsinde, günlük sofralardakine göre çok daha özel mönüler ve çok daha zengin süslemeler mevcut ama özellikle Kurban Bayramı’nda kurulan sofralar, diğerlerini aşan bir özelliğe sahip çünkü bayramın gereğini yerine getirmek üzere kesilen kurbanın etinden yapılmış bir kavurma da mutlaka sofrada bulunur.
Değişik zamanlarda ve değişik sıklıklarda karşımıza çıkan pek çok sofranın birbirinden farklı birçok özelliği var. Örneğin, piknik sofraları çok daha pratik ve hafif malzemelerle kurulmuş ve hemen her zaman aynı tür yiyeceklerle donatılmış sofralar; çay sofraları günün özel bir saatinde hazırlanan geleneksel sofralar; bekar sofraları hızlı hazırlanmış, fazla zengin olmayan sofralar. Zekeriya sofrası ünlü adak sofralarından. Adak adadığınız konunun istediğiniz gibi hallolması için, kırk bir çeşit ateşe değmemiş yiyeceğin sofra üzerinde olması gerekir. Sofra türleri saymakla bitecek gibi değil! Doğulu yemeklerin geleneklerine uygun olarak sunulduğu mekanları anlatan şark sofrası, kısıtlı bütçelerle hazırlanmış mütevazı ama dinamik öğrenci sofrası, günün diğer yemeklerinden farklı bir mönü ve atmosfer içeren kahvaltı sofrası, davet sofrası, diyet sofrası, zengin sofrası… Bunlara bir de sofra kelimesini, içerilerinde olmasa da anlamlarında taşıdıkları için “ziyafet” ve “şölen” kavramlarını eklemek gerek. Her ikisi de çok renkli ve zengin mönülü sofralardan oluşur, davetle gerçekleşir, kutlama ve şenlik içerir.
Herkese açık cömert sofraları tanımlamak için kullanılan ve adını tarihte var olan bir bolluk bereket sofrasından alan Halil İbrahim sofrası, artık bu konuda bir sembol haline gelmiş.
Yazar, Tarihçi, Profesyonel Rehber Saffet Emre Tonguç’un anlatımına göre; Vaktiyle Hz. İbrahim'in evine insan kılığında üç melek gelmiş. Beraber yemek yemişler ve İbrahim Peygamber’e yemeğin bedelini ödemek istemişler. Hz. İbrahim de "Allah'a şükrederseniz yemeğin bedelini ödemiş olursunuz. Başka bir şey istemem" demiş.
Melekler o günün üzerine ona yeni bir ad takmışlar; "Halil ür-Rahman" yani "Allah'ın Dostu." Bugün Urfa'da Hz. İbrahim'in doğduğuna inanılan mağaranın yanındaki cami de aynı adı taşır.
Bu cömertlik ve şükür hikayesi, dilimize “Halil İbrahim Sofrası” deyiminin yerleşmesinin kaynağı olmuş. Misafirperverlikle, bollukla yenen yemekler için kullanılır. Ayrıca, Anadolu’da yemeğin ardından sofra sahibine teşekkür için “Allah Halil İbrahim bereketi versin” de sıkça söylenir.
Sofralar insanları doyurmak için kurulur; kimi zaman karınları, kimi zaman da ruhları. Bu yüzden, her şeyden çok sofraların tadını çıkarmayı, sofralardaki sohbetin kıymetini bilmeyi, mümkün olduğunca gönlü bol sofralar kurup keyfi yerinde sofralara katılmayı bilmek gerek.