Phillippe De Zara’nın 1936’da Paris’te yayımladığı kitabındaki Ermeni konulu tespitlerini okuyarak makalemize başlayayım:

         “…Ermeni çeteleri, Rus subaylarının emrinde taburlar kurmuş ve silahlandırılmıştı. Rus ordularının ilerleyişini kolaylaştırmak üzere, Türk kıtalarının geri dönüş yollarını, destek konvoylarını vurmuş ve zarar vermişlerdir. 

        1923 yılında, Ovanes Kaçaznuni Taşnak Partisi’nin Bükreş’te yapılan konferansında hazırladığı bir raporu sunmuştur. Ermenilerin devlet ve düzenli ordu geleneğinin olmayışı, aynı zamanda katliamların nedeniydi diyen Kaçaznuni, Müslüman bölgelerinde idari yönetimlerde düzen sağlayamadıklarını ve sonucunu şöyle belirtir:

         “Silah kullanmak, ordu sevk etmek, yıkmak ve kırım yapmak zorunda kaldık, bu konularda da başarısız olduk.” 

27 Mayıs 1915 Tarihindeki Geçici Göç ve Yerleştirme Yasası

         Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşı’na katılınca, Ermenilerin bağımsız devlet kurma yolunda ki özlemleri tekrar uyanmıştır. Balkan ülkeleri karşısında çabuk çözülüveren Türk Ordularının, Rus, İngiliz, Fransız orduları karşısında hiç tutunamayacağı ve savaş sonucunun kısa sürede alınacağı hesap edilmişti.

         10 Ocak 1915 tarihinde, Türk Ordusu, Ruslar önünde Sarıkamış bozgununu yaşarken, ertesi ay, İtilaf Devletleri Çanakkale’yi aşarak kolayca İstanbul’a ulaşacaklarını planlamışlardır. Ama planlanan hesap tutmadı ve Çanakkale aşılamadı, başaramadılar.

         Yaptıkları hesapları bir kez daha yanlış çıkan Ermeniler, Ruslara yardımcı olmak için 18 Nisan’da Bitlis’te, 20 Nisan’da Van içinde kanlı ayaklanmalar düzenlemişlerdir. Mayıs ortasında Rus-Ermeni birlikleri Van’ı ele geçirerek, buradaki Müslümanları kılıçtan geçirmiş ve Rus himayesinde bir Ermeni Devleti kurmuşlardır.

Osmanlı Devleti bir ölüm kalım mücadelesi verirken, kendi vatandaşları olan Ermenilerin bu davranışları, savaşın başarılması için engel oluşturuyordu. Osmanlı Devleti yöneticileri onların zararsız duruma getirilmesi gerektiği kanısına varmışlardı. Böylece Ermenilerin savaş cepheleri etkileyebilecek bölgelerden, yani özellikle Doğu Anadolu ve Mersin-İskenderun bölgesinden çıkarılarak, o günlerde Osmanlı bölgesi içerisinde olan Irak ve Suriye’nin içlerine yerleştirilmelerine karar verilmiştir. 27 Mayıs 1915 tarihinde, Osmanlı Hükümeti ‘Geçici Göç ve Yerleştirme hakkında Geçici Bir Yasaya Ait Kanun Hükmünde Kararname’ yayınlanmıştır. Çıkarılan bu geçici yasanın adı, ‘Savaş Süresince Hükümet’in Uygulamalarına Karşı Gelenler İçin, Askeri Makamlarca Uygulanacak Kanundur.’

Geçici Göç ve Yerleştirme Yasası, Uygulaması

         24 Nisan 1915 tarihinde, yürürlüğe konulan geçici göç yasasıyla, öncelikle Osmanlı Hükümeti’ne karşı gelen ve düşmanla işbirliği yapan Ermenilerin kimliklerinin saptanmasına başlanmıştır. Bu yasayla, savaş alanından uzaklaştırılması planlanan Ermenilerin, Suriye, Halep, Şam ve Filistin gibi Osmanlının savaş dışı bölgelerinde yerleşimi öngörülmüştür. Göç ettirilecek yaklaşık 800 bin Ermeni için dört göç bölgesi saptanmıştır.

         26 Eylül 1915 tarihinde çıkarılan diğer bir geçici yasaya göre; göç ettirilenlerin mal ve mülkleri komisyonlarca mahkemelerce satılarak elden çıkarılacaktı. Taşınmazların hazinece bedelleri ödenecek, taşınır mallar satılarak, elde edilen paralar sahiplerine verilecektir.

Tehcir Konusunda Yabancıların Yorumu

         Alman subayı Felix Guse, 1925 yılında Berlin’de yayınlanan ‘Wissen und Wehr’ adlı dergide şunları yazmıştır:

         “Ermeniler düşmanla işbirliği yaptıktan sonra, Ermeniler huzursuzluğu tüm Anadolu’ya yaymışlardı. İsyan eden Ermeniler Osmanlının cephe gerisinde büyük bir tehdit oluşturmuşlardı.” 

         “Osmanlı İmparatorluğu bu tehdit karşısında ne yapılabilirdi?“ sorusuna; Guse şöyle cevap vermiştir:

         “Bu önemli olayda, Ermenilerin, düşmanca davranışlardan vazgeçerek, soyluluk gösterip göstermeyeceklerini araştırmak, savaşmakta olan Türk ordusundan beklenmesi fazlaca iyimserlik olurdu. Türkiye’nin bulduğu çözüm şuydu; Ermeniler, Türkiye’yi boşaltacaklardı. Kendilerini savunmak zorunda olan Türklerin, başka bir çözüm yolu bulmaları pek de olanaklı görünmüyordu ve bu konuda söylenecek başka bir şey de yoktu.”

         Alman Başkumandanlık Kurmay Başkanı Gnl. Bronsart von Schellendor, Türklerin Ermenileri katlettikleri iddia edilen bölgede görev yapmıştır. Gnl. Schellendor, 24 Temmuz 1921 tarihli ‘Deutsche Allgemeine Zeitung’daki makalesinde şunları yazmıştır:

         “…Eli silah tutan tüm Müslüman erkekler, Türk ordusunda silâhaltında olduğu için, Ermenilerin, savunmasız Müslüman halk arasında korkunç bir katliam yapmaları çok zor değildi. Ermeniler, sadece Ruslar tarafından sıkıştırılan Doğu Ordusu’nun kanatlarını askeri açıdan zayıflatmakla kalmayıp, bu bölgede yaşayan Müslüman halkın kökünü de kuruttular.

         Yapılan katliamları gören bir kişi olarak şunu söyleyebilirim ki, bu acımasızlık, daha sonra Türklerin Ermenilere karşı giriştiği iddia edilen eziyetten çok daha acımasızdı. Başkaldırının, Türk İmparatorluğu’nun daha geniş bölgelerine yayılması nedeniyle, jandarma, olayların önüne geçmek için devreye sokuldu.” 

       Yazar Paul Dumont, tehcir konusundaki asılsız tezler konusunda şunları yazıyor:

         “Reddedilmesi güç olan belgeye dayanan bir tez ise, İstanbul Hükümetinin Ermeni ulusunu yok etmeyi hiçbir zaman istemediğini, savaş zamanında geçerli bir uygulamayla, Ermenileri ‘tehcir’ zorunda kaldığını ileri sürer. 1915 Nisan’ında Van ilinde Müslüman halkı kesip doğradıkları için, bu ‘tehcirler’ daha da zorunlu görünüyordu. Kuşkusuz ki sürgünler ve onlara eşlik eden olaylar, yığınla insanın kurban olmasına yol açmıştır; ne var ki, ölenlerin sayısı 300 bini aşmamıştır. Yine de bu rakam ise aynı dönem boyunca yok olup giden 3 milyon Türk ile orantılamak gerekir.”

         ABD’li Ermeni Tarihçi Prof. Dr. Hovannisia’nın o günlere ait şu demecini okuyalım:

         “Ermeni paralı askerleri, Türkleri bütün Van bölgesinde kovmak için örgütlenmişti. Amaç, Rus ordusunun Bitlis’e girmesine olanak sağlamaktı. Bu durumda Türklerin yapacağı iş, Ermenileri sınırdan uzak yerlere göç ettirmekti.” 

Talat Paşa’nın Tehcir Konusundaki Görüşü

         Osmanlı Devleti’nde İçişleri Bakanlığı ve Sadrazamlık yapmış olan Talat Paşa, İttihat ve Terakki’nin ileri gelen üç yetkilisinden biridir. Muhittin Birgen Bey, Talat Paşa’ya Ermeni Tehcir’i konusunda şu soruyu sorar:

         “Ermeni olaylarından dolayı pişmanlık söz konusu mudur?” 

         Talat Paşa’nın verdiği yanıt, tek cümleyle şöyle olur:

         “Her Milletin yaşamaya hakkı vardır. Hele bu Türk Milleti olursa” olmuştur.

         Talat Paşa, anılarında Ermenilere şöyle sesleniyordu:

         “İstiklal ve hükümet kurmak her milletin hakkıdır. Yalnız Ermeni milleti, bin yıldır bizimle iç içe yaşadı. Bir Türk devleti vardır. Eğer siz devlet kuracaksanız, Türk Milletinin son bireyine kadar yok olmasını bekleyin. Eğer bunu beklemeden hareket ederseniz, sonuç sizin için yıkım olur.” 

           Bu yazımda sadece Tehcir’i anlattım, 4. Yazımda da “Sözde Soykırım” iddialarına yabancı belgelerle yanıt vereceğim.

Ahmet Gürel

ADD Eğitim-Bilim Danışma Kurulu Üyesi​​​​​​​