Bir sendikanın en temel görevi, üyelerinin haklarını korumak adına taleplerini güçlü şekilde dile getirmek ve uyuşmazlık durumlarında grev gibi meşru mücadele yöntemlerini kullanmaktır.

Ancak, bir sendikanın bu görevlerini işverenin kimliği ya da siyasi görüşlere göre değiştirmesi, örneğin grev kararlarını siyasi eğilimlere uygun alması, halk arasında "yandaş sendika" olarak anılmasına yol açar.

Bağımsız ve dürüst bir sendikanın en önemli göstergesi, siyasi yakınlık gözetmeden kendi üyelerinin çıkarlarını savunabilmesidir.
Eğer bir sendika, politik olarak kendine yakın olan bir yapıya karşı bile işçi hakları için grev kararı alabiliyorsa, işte o sendika, işçi mücadelesindeki bağımsız ve tarafsız duruşunu kanıtlamış olur.

Ne var ki günümüzde, işçilerin özgürce sendika seçme, grev yapma ve haklarını savunma özgürlüklerinin tehdit altında olduğu da dikkat çekmektedir. Ɓu durum işçilerin örgütlenme alanlarını kısıtlayan engelleyen en büyük etkendir.

İşçiler geçmişten bu yana baskı, mobbing, işten çıkarılma korkusu, kadınlara yönelik taciz vakaları ve bazı durumlarda zorla sendikaya üye yapılma gibi birçok olumsuzluk ile karşı karşıya kalmıştır.

Bu tür sorunlar genelde patronlar ile “sarı sendikalar” arasındaki ilişkilerin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu iş birlikleri işçi haklarını zayıflatırken, aslında emek mücadelesini desteklemesi gereken sendikaların işlevini yitirmesine sebep olmaktadır.

Ülkemizde köklü kuruluşlar olan Türk-İş ve DİSK gibi sendikalardan, çalışanların hakları adına daha etkili ve cesur girişimlerde bulunmaları beklenmektedir. Örneğin, asgari ücretin insanca yaşam şartlarına uygun hale gelmesi gibi konularda işçilerin güçlü sesi olmak ve geniş çaplı hamleler başlatmak bu gibi sendikaların temel görevi olmalıdır.

Ancak şu ana kadar bu bağlamda ciddi kitlesel bir eylem gerçekleştirilemediği görülmekte ve söylemler sadece laf düzeyinde kalmaktadır.

Bugün DİSK’in de bir dönem şiddetle eleştirdiği “sarı sendikalara” benzediği yönündeki algılar güçlenmektedir. Hükümet etkisi altında olduğu düşünülen DİSK, işçilerin hak arayışı mücadelesinden saparak farklı çıkar ilişkilerine kapılmış görünmektedir.

Oysaki grev yapmak ve hak aramak, işçi sınıfının en temel anayasal haklarından biridir. Ancak bazı sendikaların bu hakkı yalnızca güzel sözlerle sınırlı tutması, emek mücadelesine olan genel güveni ciddi şekilde sarsmaktadır.

Nitekim İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde yaşanan olaylar da göstermiştir ki, “samimiyetsiz” desteklerle yürütülen bu tür girişimler emek mücadelesinin özüne ters düşmektedir.

Geçmişteki skandallar bunun açık göstergesidir: Örneğin toplu pazarlık süreçlerinde açık kalan mikrofonlar sayesinde sendika liderlerinin gerçek niyetleri ortaya çıkmış; yüz binlerce işçinin hakkını savunmak yerine işverenlerle el sıkışmayı tercih ettikleri açığa çıkmıştır.

Türkiye’de sarı sendikacılığın çöküşü tam da bu olaylar ile şekillenmiş ve bu yozlaşma günümüzde çok daha endişe verici noktalara ulaşmıştır.

Bugün hükümet etkisinde faaliyet gösteren pek çok sendika, adeta bir uzantı haline dönüşmüş durumdadır. Bu nedenle, sendikaların etkinliklerini artırabilmesi için iş kanunu, iş güvenliği ve örgütlenme stratejileri gibi alanlarda üyelerine kapsamlı eğitimler yapılmalıdır.

Asıl sorun sendika yöneticilerinin makam odalarında konforlu bir şekilde oturup lüks araçlarla dolaşırken sergiledikleri “emekçinin yanındayız” söylemleri çalışanları ikna edememektedir. Bu durum, sendika üyeleri arasında yönetimlere olan güveni derinden sarsmış, hatta tamamen yitirmiştir. Bu nedenle sendikaların kapsamlı ve sürekli olmak üzere, mali denetime tabi tutulmaları önemli bir konu haline gelmiştir.

Ayrıca, 'sendika ağalığı' olarak nitelendirilen sorunun çözülmesi için yöneticilere iki dönem sınırı getirilmelidir. Sendikalar yasasını güncel ve evrensel bir yapıya kavuşması için yeniden bir yasal düzenleme yapılmalıdır.