Mehmet Şimşek’in küresel zorluklara rağmen enflasyon beklentilerindeki "iyileşme" vurgusu, görünüşte reel sektör ve hanehalkının tahminlerinde yaşanan düşüşlere dayanıyor olsa da, geniş toplum kesimlerinin ekonomideki gerçek durumu algılayış şekliyle ciddi bir uyumsuzluk sergiliyor.
Daha açık bir ifadeyle, Şimşek hayal satarak ekonomik algıyı yönetmeye çalışıyor. Peki, gerçek durum nedir? Yandaş TÜİK'in manipüle edilmiş verilerine göre reel sektör, önümüzdeki 12 ay için enflasyon beklentisini yüzde 37,7’ye, hanehalkı ise yüzde 54,1’e düşürmüş görünüyor. Öte yandan piyasa katılımcıları bu oranı yüzde 22,8 olarak belirtiyor. (Yaşadığımız reel enflasyon resmi verilerin iki katıdır.)
Bu rakamlar bir dezenflasyon sürecine işaret ediyor gibi görünse de sokaktaki vatandaşın gözünden bakıldığında ekonomik tabloda herhangi bir iyileşme yok ve bunun etkisiyle algılar da değişim göstermiyor.
Makroekonomik göstergelere bakıldığında toparlanma işaretleri görülse de artan kira bedelleri, yükselen gıda fiyatları, enerji maliyetlerindeki artış, büyüyen işsizlik ve zor durumda kalan küçük esnafın iflas etmeye sürüklenmesi halkta ekonomik çöküş hissini daha da güçlendiriyor.
Bu koşullar altında Şimşek'in "enflasyon beklentileri iyileşiyor" söylemi toplum içinde güven oluşturmadığı gibi, aksine temel tepki noktalarından biri hâline geliyor.
Asgari ücretliler ve emekliler geçim derdindeyken dar gelirli kesimler, fiyatların düştüğüne inanmak şöyle dursun, sadece artış hızının azaldığını bile hissedemiyorlar.
Bu durum, enflasyon verileri ile halkın günlük deneyimleri arasında giderek genişleyen bir algı kopukluğunu ortaya koyuyor.
Ekonomiyi düzeltmek amacıyla atılan adımlar ise vatandaşların bu ağır koşullardan kurtulmasına yardımcı olmaktan uzak kalıyor.
Borçlanma oranlarındaki dramatik artışlar ve büyüyen bütçe açığı, mevcut ekonomik zorlukları daha da ağırlaştırıyor. Son beş yılda merkezi bütçe borcunun 1 trilyon TL’den 12 trilyon TL’ye çıkması, finansal dengelerin ne kadar bozulduğunun somut bir göstergesi.
İç borçlanmadaki büyük artışlar ve buna bağlı olarak çoğalan iflas dosyaları ile kapanan şirket sayılarındaki yükseliş, ekonomik darboğazın derinleştiğini açıkça ortaya koyuyor.
Özellikle Temmuz ayında merkezi bütçeye eklenen 583 milyar TL’lik borç miktarı, ekonominin kırılganlığını net bir şekilde gözler önüne seriyor.
Vergi artışları, kamu hizmetlerine yapılan zamlar ve varlık satışları gibi bütçe toparlama girişimleri ise dar kesimleri daha da güç duruma sokarken istenen ekonomik rahatlamayı sağlamaktan uzak duruyor.
Toplum artık kronikleşen bu ekonomik sorunların çözümü için köklü reformların gerekli olduğuna inanıyor.
Ancak mevcut sistemde bu yönde somut adımlar göremiyor ve bu durum eleştirilerin odak noktası hâline geliyor.
Hem ekonomik kalkınma hem de demokrasi özleminin güçlendiği ülkede mevcut politikaların yetersizliği ciddi bir sorgulama konusu yaratıyor.
Genel olarak değerlendirildiğinde, fiyat istikrarına yönelik politikalar ile halkın doğrudan hissettiği ekonomik kriz arasındaki derin uçurumun kapatılabilmesi için üretim sektörü, çiftçilik faaliyetleri ve sanayinin etkili şekilde desteklenmesi gerekiyor.
Bunun yanı sıra yüksek vergilerle mücadelede yapısal reformların kararlılıkla uygulanması kritik önem taşıyor.
Mevcut politikalar sürdürüldüğü takdirde halkın refah hedefine ulaşması şimdilik gerçekçi bir perspektifte yalnızca uzak bir hayal olarak kalacak gibi görünüyor.