Yaşı 8500’ü geçti diyenler var İzmir için.

Bir kıyısı var İzmir’in bir de çeperleri.

Kadifekale surlarından bakınca daha net anlaşılıyor bu.

Neler olmamış ki İzmir’de binlerce yıldır?  

Öyleydi, böyleydi derken Türklerin olmuş kent. Ama Türkler kıyıdan çok çeperlere ilgi göstermiş. Çeperler olmuş onların hayatı. İzmir’in “çeperleri ile kıyısı” arasındaki derin farklılıklar, özellikle Cumhuriyet sonrası yerel seçim süreçlerinde hep “gündem” olmuş, ardından unutulmuş. 

Tüm çeperler, açıkça iddia ediyorum, Balta Limanı Antlaşması’ndan yani 1838’den beri “tescilli fukaralığa” mahkûm edilmiş. İşin garip tarafı, “fakir fukara, garip gureba” mahalleler hep “yoksulların” ama her inançtan yoksulların yaşam alanıymış.

Ziya Paşa’nın muhteşem mısralarını hatırlayalım yine şimdi:

“Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm. Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm.”

Hani bu sözü söylemeden “İzmir’e geldi Ziya Paşa deselerdi” inanırdım. Hatta Ziya Paşa İzmir’e bu söz için gelmiş olsaydı sanırım şöyle derdi:

“Diyar-ı İzmir’i gezdim, kıyıda beldeler kâşaneler gördüm. Dolaştım çeperlerdeki mülk-i İslam’ı hep viraneler gördüm.”

1800’lerden beri İzmir’in çeperlerindeki “viranelik” hiç bitmedi.

Ne Valiler ne belediye başkanları geldi geçti, ama çeperlerdeki hayat hep aynı kaldı!

Tunç Soyer İzmir’e belediye başkanı seçildiğinde bir söz daha çıktı ortaya: “Arka Sıradakiler”!

Ne demektir bu sözün anlamı?

“Arka Sıradakiler” derken hedeflenen sanırım İzmir'in, asırlardır sarılmayan yarası.

Adı konmamış bir kötü ayrıştırma, sanki İzmir iki parça da bir parça diğerini ciddi “ötekileştiriyor”.

Öyle mi peki?

Evet öyle...

Bu satırların yazarı 1968'de Çimentepe'de doğdu, ilkokul üçüncü sınıfta Kireçlikaya’ya taşındı. İlk, orta ve liseyi Kireçlikaya'da otururken okudu, bitirdi. İlk üniversite deneyimini de Kireçlikaya'da yaşadı. Ankara'ya okurken de İstanbul'da çalışırken de Kireçlikaya'daydı.

Kireçlikaya nerededir bilir misiniz?

Bugün büyük bölümü artık antik tiyatro alanı için yıkılmış, İzmir'i “yukarıdan” seyreden muhteşem bir yerdi. Yokuş aşağıydı. Yokuşun bir yanı sıra sıra “Kolonyacılar” diye bilinen evlerdi. Üzerinde Kadifekale, altında Basmahane, batısında Eşrefpaşa, doğusunda Ballıkuyu ve Yeşildere.

Yokuşlar dedim ya?

İşte o yokuştan okula gitmek için inerdim her gün ve tabii çıkardım da.

Kireçlikaya “zengin” değildi. “Ön'de” değildi yani “arkadaydı”!

Oturduğumuz tek katlı evin, eski Türkçe tapusunda 1903'te yapıldığını okumuştum. Diğer evler de genellikle o civar tarihteydi ama yıkılıp yeniden yapılanlar, onarım adına değiştirilenler, “apartman furyasında” dikilen dört beş katlılar da oldu ben büyürken.

Yani “arka sıradakilerden” biriydim. Hala öyle hissederim kendimi. 

Ben belediyeyi her gün çöpleri alan bir kurum olarak bildim. 

Çocukluğumda belediye başkanını sadece 9 Eylül’lerde gördüm uzaktan. Çünkü okulda “yavru kurttum” ve her 9 Eylül'de “Vali ve başkanın” önünden 'rap rap' yürürdük.

O zamanlar belediye başkanları, valiler, komutanlar yanımıza gelmezdi, başımızı okşamazdı.

“Arka sıradakiler” diyoruz ya?

Peki “ön sıradakiler” neydi?

Onlar da “çocuk” değil miydi?

“Arka” ya da “ön” fark eder mi çocuk için?

Birbirlerini görmüyorlardı ki tanısınlar, fark neyse çıksın ortaya.

Okullar farklıydı, yollar farklıydı.

Belki de belediye de devlet de “arkayı” boş vermişti de “öne” ne vermişti?

Hiç bilememiştik biz.

Kış gelince asıl dert başlıyordu “arka sıradakiler” için.

Çok yetenekli arkadaşlarımız vardı. Vardı da kim duyardı, kim ilgilenirdi ki “yeteneklerle”?

Sanki gizli bir el ikiye ayırmıştı İzmir'i.

Ama İzmir'de “Mahallat-ı Gureba” nereye denirdi, sorarım size?

Asırlardır salgın hastalıktan, pislikten, açlıktan kimler öldü de sessizce gömüldü?

“Arka sıradakilerin” çocukları, Saat Kulesi önünde gevrek satarken, bu gevrekleri kimler aldı da yedi?

Başkan Tunç Soyer, gerçek adımlar attı “arka sıradakileri” vurgulayarak!

Belli ki yıllardır bu “ayrımı” çalışmış.

Başkanlığının ilk zamanlarında “arka sıra” çocuklarına gitmişti  Başkan.

Ve o güzel yüzlü bizim çocuklarımız hem denizle hem de kanoyla tanışmıştı.

Ne güzel değil mi? 

100 yıl önce Müslümanlar kıyıya gelip de denize girip de kayık mayık bilmezdi? “Ayıp, günah” denmişti onlara çünkü. Biliyor musunuz? Hayatı boyunca denize yukardan bakıp, bir kez bile ayağını sokmadan ölen o kadar çok insanımız var ki... Hepsi de işte o çeperlerde, “arka sıralarda”!

İzmir’de sanki adı konmamış bir “sistem” var.

“Arka sıradan” öne gelmek çok zor ve hatta “kuralları” olan bir süreç.

Sanki “öne” gelmek için geldiğin yeri unutup, öndekine biat etmek” zorunluluğu var.

Yıllar içinde “arka sıradakilerin” mahallerinde ciddi değişimler olmuş.

Gelenler, gidenler, göçler…

Ama “garip gureba, fakir fukara” anlayışı ve bakışı hatta yaşamı hiç değişmemiş.

“Arkadan öne” gelip “arkasını” unutanların egemenliklerinin biteceği günler de gelecek. Bugün deniz yarın üretim ve İzmir'in eski, unutulmuş, unutturulmuş birlikteliği yeniden kurulacak.

Cumhuriyet’in 100. Yaşında İzmir’de hala “arka sıraları” konuşuyoruz ya? Asıl içim acıtan bu işte. Ne söylersek söyleyelim değişmiyor makus talihi çeperlerin. Hep “arka” hem “sonra”!