Neden mi? Okuduğunuz Son Mühür gazetemizin bugünkü tüm sayfalarını bana “Al bu gazetenin tüm sayfalarını kullan, niçin sevmediğini yaz” deseler bu sayfalar yetmez ama, bugünkü yazımda özetlemeye çalışacağım. Bu arada küçük bir yorum yaptıktan sonra ana konuma geçeceğim.
Ben ve benden önceki büyüklerimiz yetiştirilirken Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözcüğü ile yaşama bağlandık ve hayata atıldık. Bizim kuşak, Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin elinde yetişti, onun için bu sözü hep onlardan dinleyerek ve bu sözcüğün gururunu içimize sindirerek yaşama sarıldık. Bu anlamlı söze layık olabilmek için de, canla başla görev yaptık ve çalıştık. Gelin Atatürk’ün bu sözünün tarihçesine birlikte bir göz atalım.
İlk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1924 yılı Ağustos ayında Kastamonu’ya gidiyor ve asker koğuşlarını ziyaret ediyor. Oradan çıkarken, “Bir Türk on düşmana bedeldir” yazan bir levha görüyor, yanındaki subaya levhayı göstererek, “Öyle midir?” diye soruyor. Subay da, “Evet Paşam” diye yanıt veriyor. Bu söz üzerine Gazi Mustafa Kemal Paşa, “Hayır, çocuğum bence öyle değildir. “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözünü işte orada söylüyor. Size bir soru; “Son 40-45 yıldır büyükleriniz ve özellikle öğretmenleriniz size bu söylemi hiç söylediler mi? Zannetmiyorum, çünkü özellikle son 20-25 yıldır ülkemizde bu değerler kaybettirilmeye çalışıldı. Atatürk’ün “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözünü niçin yazımın arasına sokuşturduğumu yazımın sonunda yazacağım.
Şimdi 2024’ü niçin sevmedim, 2025’i hiç sevmeyeceğim başlığını özetlemeye çalışacağım. Geçenlerde ülkemizde yayın yaşamında olan bir gazete elime geçti, bir sayfasında “Kötü günler geride kaldı” diye bir başlık görünce, ‘vay be, haydi hayırlısı galiba güzel günler geliyor’ diye devam edeceğini beklerken, haberin başlığının gerisi “Sırada ‘daha kötü günler’ var, 2024 kayıplarla kapanan bir yıl, 2025’te ise kaybettiklerimizi hiç mi hiç bulamayacağız” diye tamamlanmıştı. Haberin içeriğinde de ‘sermaye sınıfı’ dediğimiz küçük bir azınlığın ülkenin gelirinin yüzde 80’nini yani istediğini aldığını, emekçilerin-işçilerin düşük asgari ücrete talim edeceğini ve üzücü olan ise emeklilerin sürünmeye terk edileceği belirtiliyordu. Ben de bir emekli olarak elbette 50 yılını bu ülkenin Atatürk’ün bize çizdiği yolda hizmet eden bir vatandaşı olarak çok üzüldüm. Zira “Bütçeye en büyük yük emekli maaşlıdır” diyen bir zatı muhtereme (!) siz maliyeyi teslim ederseniz, memur emeklisi olarak milyonlarca emekli yıllık maaş artışı olarak, yüzde 11.54 ile 2025 yılında sürünmeye devam edecek. SGK ve Bağ-Kur emeklilerinin maaş artışı ise memur emeklilerinden yüzde 4.21 fazla artırıldı. İyide öyle görünse de (yüzde 15.75) onlar çok daha ‘komik’ rakamlı maaşlarla memur emeklileriyle birlikte sürünmeyi sürdürecekler.
“Ülkemizdeki emeklilerin yüzde 70’i ‘çok düşük’ emekli maaşlarına mahkum edildi. “Hatta emeklilerin çok komik artış (!) yapılan maaşları daha ellerine geçmeden, yükseltilen vergilerle ve aklınıza gelen iğneden ipliğe her şeye en az yüzde 50 ile 100 arasında yapılan zamlarla 2025 yılının ilk ayını gıkımız çıkmadan bitirdik. Sonrası mı hatırlatayım, diğer aylarda ne mi olacak? Bu arada Ramazan ayı da yaklaştı, aklınıza gelen her şeye, özellikle de gıda ürünlerine şaşıracağımız oranlarda zamlar yapılacak. Yani işçi-emekçi sınıfı, emekliler ve son aylarda işyerlerini kapatan binlerce esnaf ve özellikle de gıda sektörünün anası ve babası olan besiciler ile çiftçilerimiz 2025 yılında açlık ve yoksulluk sınıflarına terfi edecekler. İddia ediyorum bunların hepsini göreceğiz…
Son bir soru; ne oldu bize?
Yukarıda yazdım ya! 2024’ü sevmedim, 2025’i de sevmeyeceğim. Neden mi? Hesap sormayan, hakkını arayamayan, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetli, korkak, ürkek, bir araya gelmeyen, birbirini yerden yere vuran, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” zihniyetli her şeyi çok iyi bildiğini zanneden (!) bir nesil olduk. Nerede, Atatürk’ün “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözünü uygulayan ve “Ne mutlu Türküm diyene” diyen nesil…
Sevgi ve saygılarımla…