İnanın bana bu topraklar böyle bir zamanı hak etmedi...
Başta Lozan ve Cumhuriyet olmak üzere, özgürlüğümüzün, yurttaşlığımızın, eşitliğin, milli onurumuzun 100. yılı böylesine hafızasızlıkla geçmemeliydi. Sınırları emperyalistlerin cetvelle belirlediği, güya bayrağı olan ülkelerden ve milli kimlikleri yozlaştırılmış halklardan çok çok farklıydı bizim 100. gurur yılımız.
Her ne kadar “100 yıl” diyorsak da bu 100 yılın bir 15 yılı var ki, 1923-1938 arası, o 15 yıl aslında 100 yıla bedel de, kim oturup bunu hissedecek bugün?
Atatürk, bugün sadece dillerde bir ezberden öte gitmiyor.
Hele 15 Temmuz 2016’dan bu yana öyle olaylar yaşadık ki, zaman zaman ben de düşünmedim değil; gerçekten tarihimizde yaşadık mı 1919-1938 arasını?
Lozan ayındayız örneğin.
Lozan’dan önce üç beş kelam etsek mi 2016 ile ilgili?
Laik Cumhuriyet’e saldırının plan programı 100 yıl önce defettiğimiz kibirli bildik emperyalistlerin başkentlerinde yapılmış ve maşa olarak tam da bir zamanlar Sait Molla gibi sözde inançlı kuklaların kullanılmasıyla onca masum can yitmişti.
Aklıma geldi de o özel harekâtçı şehitler, yüreğim sızladı yine.
15 Temmuz ciddi bir kalkışmaydı kalkışma olmasına ama onca hapishane dolduruldu, kökü kurutulamadı. Zira hâlâ öyle pişkinler var ki, ekranlarda konuştukça midem bulanıyor öfkeden. Bir zamanlar emperyalist maşasına övgüler yağdırıp, karşı çıkanlara da ağız dolusu küfredenler nasıl bir yüzsüzlükle bugün 15 Temmuz anması ve kutlaması yapıyorlar?
Siz hiç, yıllarca o emperyalist maşasına “hizmet” edip 15 Temmuz sonrası hapishaneden de kurtulan eski zenginlerden bugün cami köşesinde dilenen birini duydunuz mu? Hangisinin hayat konforu bozuldu? 16 Temmuz 2016 günü Türkiye’de öyle ya da böyle görüntü veren siyasi birlik nasıl oldu da bozuldu gitti? Yıllarca yağan yağmurda beraber yürüyenler, ne istedilerse verenler, nasıl ve hangi kafayla kendileri dışında herkesi “onlarla iş birlikçi” ilan etti?
15 Temmuz kalkışması bastırıldığından hemen sonra ise adeta “3. Meşrutiyeti” andıran sistem değişikliği nasıl oldu da hazmedildi?
100. yıl vurgusunu özellikle yapıyorum. Çünkü geçen 100 yılda “Atatürk Cumhuriyeti” başlangıç rotasından çok ama çok kaydırıldı. İster NATO deyin ister milenyum deyin, ister Büyük Ortadoğu Projesi deyin ve isterseniz tüm fiili askeri darbeleri üst üste koyun, 100. yaşını kutladığımız Cumhuriyet’le 10. yaşını kutlayan Cumhuriyet arasında çok büyük farklar var. Sadece Lozan’ı anlayabilsek zaten ben de anlaşılırım.
Tam 100 yıl önce onca kahırlı yılın ardından bağımsızlığını, özgürlüğünü can, kan pahasına kazanmış olan Türk milleti, emperyalistleri masaya oturtmuştu. Ama kibirde bir numara olan, asla kendinden üstün akıl kabul etmeyen, emperyalistlerin beyni İngilizler, aldıkları yenilgiye bakmadan efelenmekten vazgeçmemişlerdi.
Ve Lozan imza sürecinde bakın nasıl bir sohbet yaşanmıştı... İsmet Paşa’nın ağzından okuyalım şimdi:
“Lozan’da İngiliz delegesi Lord Curzon ve Amerikan delegesi oturuyorduk. Konuşmamızı hiçbir zaman aklımdan çıkarmadım. İngiliz delegesi Lord Curzon ‘Lozan Muahedesinden memnun ayrılmıyoruz, hiçbir dediğimizi yaptıramadık. Harap bir memleket alıyorsunuz. Bunu imar etmeyecek misiniz? Neyle, nasıl yapacaksınız? Para bir bunda var (Amerikan delegesini işaret etti), bir bende var. Geleceksiniz para isteyeceksiniz, diz çökeceksiniz, reddettiklerinizin hepsini cebimden çıkarıp size göstereceğim' dedi. Bunu hiçbir zaman unutmam. Ben de kendisine şu cevabı verdim: ‘Bizim burada istediklerimiz, müstakil, medeni bir devlet olarak onun bütün şartlarını sağlamaktır. Bunu temin edelim, sulh olsun, gelirsem size, istediğinizi yaparsınız.”
İsterseniz bir daha okuyun bu sohbeti. Zaman 1923’ün Temmuz ayı, yer Lozan. Lozan’da Curzon namlı emperyaliste kafa tutan İsmet Paşa nerede, şimdi İzmir Limanı’nı İngiliz aklıyla yürüyen Araplara satan Cumhuriyet kadroları nerede…
Bir düşünün isterseniz... Gelecek hafta da devam edeceğim ama tüm bunlar olurken kimliğini de paralel kaybeden CHP’ye bakacağım. E diyeyim şimdiden, kızacak olanlar dondurma alsın yanlarına.