Yaz aylarında Ülkemiz’de yaşanan su kesintilerinin başlıca nedenlerinden biri artan sıcaklıkların su tüketimini artırması. Özellikle büyük şehirlerde bu durum su sıkıntılarını beraberinde getiriyor.

Ancak, su sorununun yalnızca bir nedeni yok. Kuraklık, altyapı eksiklikleri, kötü planlama ve koordinasyon yetersizlikleri, giderek büyüyen bu problemi daha da kritik hale getiriyor.

Bu su sorun, hem günlük yaşamı hem de tarım ve sanayi gibi birçok ekonomik faaliyeti doğrudan etkilemekte.

Bahsedilen eksiklikler, günümüzde yeraltı su kaynaklarının durumunu tehlikeli bir seviyeye taşırken, su yönetimi konusunda acilen ciddi önlemler alınmasını zorunlu kılıyor.

Ancak merkezi yönetim, bu önemli mesele karşısında çözüm odaklı adımlar atmak yerine, farklı bir tutum sergiliyor. AKP’ye yakın gruplar ve yandaşlar, su kesintilerinin sorumluluğunu CHP’li belediyelere yükleme çabalarına başlatmış durumda.

Barajlardaki su seviyelerinin azalmasının sebebi olarak CHP belediyelerini hedef gösteren kara propagandalar yapılıyor. Halkı yanıltmaya yönelik bu söylemler, sorunların gerçek kaynağını perdelemeye çalışıyor.

Gerçeklere dönüp bakıldığında ise, su kaynaklarının temini ve dağıtımı sorumluluklarının net bir şekilde yasal olarak tanımlandığı görülüyor:
Türkiye'deki su kaynaklarının yönetimi Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından üstleniliyor. Baraj inşaatları ve büyük ölçekli içme suyu tesislerinin kurulması gibi görevler 6200 sayılı Kanun ile DSİ’ye verilmişken, yerel su şebekelerinin işletmesi ve suyun halka dağıtımı belediyelerin sorumluluğunda. Bu görev, 5393 sayılı Kanun kapsamında yürütülüyor.

DSİ’nin görev alanında toplu su temininin sağlanması bulunurken, belediyeler bu suyu yerel sistemler aracılığıyla halka ulaştırıyor. Göletler, sulama sistemleri ve diğer büyük çaplı projeler genellikle DSİ tarafından planlanıp uygulamaya konuluyor.

Ancak kuraklıkla mücadele, iklim politikaları ve tarımsal sulama gibi geniş kapsamlı konular hükümetin sorumluluk alanında yer alıyor.

Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde faaliyetlerini sürdüren DSİ, barajlar, göletler, sulama yapıları ve içme suyu temini projelerinin planlanmasından tasarımına ve inşasına kadar her aşamayı yönetiyor.

Şehir içi su şebekelerinin işletilmesi ise tamamen belediyelere ait; İzmir örneğinde bu görev İZSU tarafından yürütülmekte. Bazı bölgelerde yaşanan su kesintileri ise DSİ ile belediyeler arasındaki koordinasyon eksikliklerinden kaynaklanabiliyor.

Su temini, projelendirilmesi ve bakımı DSİ’ye aitken; dağıtım organizasyonu ise belediyelere bırakılmıştır. Bu sorumluluklar, ilgili yasal düzenlemeler doğrultusunda açıkça belirlenmiştir.

Halka yanlış bilgi verilmesinin gereksiz olduğu bu kadar açıkken, yandaş medya ve iktidarın bazı milletvekilleri, hiç utanmadan su kesintilerinin sorumlusu belediyelermiş gibi bir algıyı bilinçli şekilde abartarak sunması hiç de etik değildir.

Peki DSİ bu noktada başka ne gibi adımlar atıyor?

DSİ, mevcut rezerv seviyesinin güvenli sınırda olduğunu açıklayarak, 26 alt havza ile 64 ovayı kapsayan toplam 90 bölgede (yaklaşık 80.000 hektarlık alan) yeni yeraltı suyu taleplerini durdurma kararı aldı.

Dünya genelinde birçok ülke, yeraltı su kaynaklarını koruma altına almayı ve bu kaynaklara müdahaleyi sınırlandırmayı tercih ediyor.

Sayıştay’ın 2022 yılı raporlarına göre ise DSİ’nin birçok içme suyu projesini zamanında tamamlayamadığı ve yerel yönetimlerin taleplerine yeterince hızlı yanıt veremediği görülüyor.

Bu durum, sürdürülebilir su yönetimi kadar vatandaşların günlük hayatlarında yaşadığı aksaklıklar açısından da önemli bir problem teşkil ediyor.

Bu nedenle etkili bir planlama ve güçlü bir koordinasyon ihtiyacı ise bu tabloyu daha da net bir şekilde ortaya koyuyor.