Her insan’ı bir Dünya, o kocaman Dünya’yı da bir İnsan’a indirgeyerek bereketli, verici, şefkatli, anaç ve doğurgan bir kadın olarak betimleyerek, bu kadına bir hikaye yazacak olsak, bu hikayenin sonunu kim belirler acaba?

Güzeller güzeli bir kadın varmış evrende… .Annesinin adı Güneş, kendi adı Dünya.. .Babası, dört elementin birleşmesi, ayrışması, sebebi ve sonucuymuş. Güzel kızımız evrende salına salına dolaşırmış. Bir de aşığı varmış. Aşığı platonik takılır, Dünya kızımızın yörüngesinden hiç çıkamazmış.

Ay, Dünyaya aşıkmış ama Güneş’in kızına aşkını açmaktan korkar, onun için Güneş anneden gizli hayran hayran bakarmış aşkına… Dünya, genç kız olmaya, kendini tanımaya başladığı zamanlarda, bedeni ile tanışmaya başlamış. Sevindiğinde çiçekler açar, hüzünlendiğinde karlar yağarmış. Bedeninde ki hücreler misali insancıklarla tanışmış. Tanıdıkça onları sevmeye başlamış, teslim etmiş kendini onlara… Tıpkı Ay’ın ona aşkı gibi o da insancıklara Aşık olmuş. Bereketli bedenini tüm cüretkarlığı ile sergilemiş. Ekmişler, biçmişler, savaşlar çıkarmışlar, yaralamışlar. Başka dillerin, dinlerin peşine düşmüş, anlaşılmaz olmuşlar.  Onlarla tekrardan anlaşabilmek için güzel Dünya, çeşitli yollar denemiş ama artık iş kontrolden çıkmış. Olgunluğunun en verimli çağında ,hoyratça kullanılan bedenine yabancı düşmüş.

Güneş, kızına uzaktan bakarak içli içli ağlarmış. Ay, aşkının yok edilişine çaresizlik içinde seyirci kalmışta yine de terk etmemiş Dünya’sını. Bizim güzel Kızımız Dünyamız, bu nankörlüğe içlenerek amansız bir hastalığa yakalanmış. Nefes alamaz olmuş, solmuş.Herkes ,her bir yanından çekiştirmeye başlamış. Ay,  aşkına yakamozlar aracılığı ile bir mani yollamış

        Ben, sen, o ölsek… Kıyamet mi kopar?

        Ama Dünya ölse.. İşte o zaman Kıyamet kopar.

Böyle bir hikaye yazmışım ya da okumuşum bir zamanlar insan varoluşu itibarı ile arızalı bir yaratıktır diye dile getirmiştik çok kez…İçindeki aydınlığını karanlık yanı ile sınar. Dört elementin selamı insanlığın üzerine olsun diyerek bir Kızıldereli kabilesi olan Dakota Kabilesi dua’sı ile bitirmek istiyorum yazımı.

“Sesi rüzgarda konuşan,  soluğu tüm dünyaya hayat veren Yüce Ruh… Duy beni! Küçük ve zayıfım, gücüne ve bilgeliğine ihtiyacım var .Güzellikler içinde yürümemi sağla.  Gören gözlerimi neşeli kıl.Sevgiyle yarattın her şeye.. Ellerimin dokunmasını sağla. Öğrettiğin kutsal öğretileri anlayacak kadar bilge kıl beni. Yapraktaki ve taştaki gizli dersleri öğrenmeme yardım et. Güç arıyorum, Ama kardeşimden daha büyük olmak için değil, İçimdeki düşmanı 

ele geçirmek için. Saf bir yürek ve açıkgözlerle sana gelmeye hazır kıl beni. Hayatım söndüğünde batan bir güneş gibi ,ruhum sana gelebilecek böylece onurla ve utanmadan…”