Son yıllarda insani değerlerin hızla aşındığı bir dönemden geçiyoruz. Düzenin çarklarına ayak uydurarak ahlaki erozyona uğrayan ve çıkar odaklı bir kesimin giderek büyüdüğüne şahit oluyoruz.

Bilim insanları ve sosyologlar bu durumu artık daha net bir şekilde ele almalı. Toplumun belirli bir kesimi ne masum ne ezilmiş; ne aldatılmış ne de gerçeklerden habersiz. Aksine, içinde yaşadığı düzensizliklere bile isteye uyum sağlama yolunu seçiyor. Ahlaksızlık ve hukuksuzluğun bilincinde olan bu insanlar, yaşam tarzlarını tamamen kendi doğruları doğrultusunda oluşturuyor.

Bu durum sanıldığı gibi bir bilgi eksikliğinden ya da aldatılmadan kaynaklanmıyor; bilakis bireyler kendi doğruları ve çıkarlarına göre hareket ediyor.

Burada biraz durup düşünmek gerekiyor: Nasıl bir topluluk olduğumuz üzerine kafa yormalıyız. Halk dediğimiz çıkar peşindeki grup aslında kimlerden oluşuyor? Bu yozlaşmanın sebebini sürekli yöneticilere bağlama eğilimindeyiz. Peki, halkın bunda hiç mi payı yok? Elbette var.
Örneklerle açıklayalım.
Turisti dolandıran taksici,
Yolda genç kızlara rahatsız edici şekilde bakan yaşlı adam,
Öğrenciyi dedikoduyla hedef gösteren öğretmen, Camdan atlayan bir kadının ölümüne vicdanını yitirmiş yorumlar yapan komşu kadınlar,
Çaldıkları parayı dini gerekçelerle haklı bulan din görevlisi,
Ya da ambulansın arkasına takılıp birkaç aracı geçmeyi marifet sayan sürücü.
Bunların hiç mi suçu yok?

Dahası var. Nasıl bir kendimizi doğanın karşısında bu kadar sorumsuz hale getirdik?
Pikniğe gidip orman yakan insanlar,
Sahile çöpünü bırakanlar,
Her kumsala, tatil beldesine ya da parka gittiğinde çocuk bezini çevresine atanlar...
Biranın şişesini ardında bırakan ve bunun sorumluluğunu başkasına yükleyen kültür yoksunu bireylerin hiç mi payı yok?

Nereye gitsek bu izleri görmek mümkün. Her dağ başında, her deniz kıyısında, her doğal güzellikte halk dediğimiz bizlerin bıraktığı yozlaşma izleri var.

Bir de bireysel ahlaktan bahsedelim:
Kitap okumayı külfet olarak gören ama başkalarını cahillikle suçlayan bireyler; ders sırasında ahlak dersi verirken öğrencilerini huzursuz eden öğretmenler; ölen ebeveynlerinin mirası için hemen kavga eden kardeşler... Türkiye'de sosyalist fikirleri savunurken yurtdışında dini propagandaya soyunan insanlar; Ramazan ayında sahte din adamlarının sözlerine gözyaşı dökenler.

Bunlar toplumun farklı köşelerine yayılmış gerçekler değil mi?
Otoriteye boyun eğmekle meşgul olanlar ya da dünyayı değiştirme kapasitesine sahipken eğitimden uzak duran, buna rağmen her konuda fikir beyan eden bireyler... Saymakla bitmez.

Evet, halk böyle bir topluluk:
Kendi doğruları uğruna yaşarken başkalarına yaşam alanı bırakmayan bireyler, son zamanlarda maalesef giderek artış gösteriyor.

Sonuç olarak halk düşündüğümüz kadar mağdur ya da masum değil. Burada meselemiz ideolojik bir tartışma değil; iyinin ve kötünün mücadelesi. Bu ayrımı doğru şekilde yapmak büyük önem taşıyor.

Halkı derinlemesine anlayarak daha iyi bir bakış açısı geliştirebiliriz. Ancak onları tanımadan ya tamamen suçlamak ya da yüceltmek kesinlikle adil bir yaklaşım olmaz.