Çiğli Belediyesi’nde aylardır Sosyal Denge Tazminatı alamayan memur emekçileri, hakları için alanlara çıktıkları gerekçesiyle hukuksuzca sürgün edildi. Evet, yanlış duymadınız; 2025 yılının Türkiye’sinde, sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir belediyede, hakkını isteyen emekçi “cezalandırıldı”. Ne yazık ki emekçinin alın terini savunmak suçmuş gibi davranan bir anlayışla karşı karşıyayız.

Bu hukuksuz sürecin baş aktörü ise Çiğli Belediye Başkanı Onur Emrah Yıldız. Düne kadar memur olan, bugün ise makamın verdiği güçle emekçilere tehdit dilini reva gören bir isim. Daha belediye başkanı olmadan önce aynı sofrayı, aynı mesaî masasını paylaştığı insanların bugün hak arayışına karşı “gözdağı” vermesi, siyasal hafızaya kara bir leke olarak kazınıyor.
Yerel bir gazeteye verdiği demeçte Yıldız’ın kullandığı ifadeler tam anlamıyla tehdit, tam anlamıyla gözdağı, tam anlamıyla “Ben yaptım oldu” anlayışının dışavurumuydu. O sözlerde ne sosyal demokrasinin izine rastlamak mümkündü ne de emek mücadelesi geleneğinin onuruna. Çünkü sosyal demokrat belediyecilik, emekçiyi susturmakla değil; ekmeğini büyütmekle, hakkını teslim etmekle, adaleti güçlendirmekle tanımlanır.
Ama bugün Çiğli’de olan ne?

Aylardır Sosyal Denge Tazminatını ödemeyen bir belediye yönetimi, üstüne bir de bu hak gaspını dile getiren çalışanlarını sürgün ederek sözde “disiplin” sağlayacağını sanıyor. Üstelik yapılan sürgünler yalnızca hukuksuz değil, akılla ve liyakatle de bağdaşmıyor: Mali İşler Müdürlüğü’nde görev yapan bir memur Temizlik İşleri Müdürlüğü’ne gönderilirken, kadrosu güvenlik olan bir personel Mali İşler Müdürlüğü’ne görevlendirildi. Bunun adı ne hukuktur, ne yönetimdir, ne de adalettir. Bu sadece cezalandırma motivasyonuyla yapılmış, kurumu da çalışanı da zora sokan bir keyfîliktir.
Bu mu sosyal demokrasi?
Bu mu adalet?
Bu mu emekçinin yanında durmak?
Bir belediye başkanı düşünün:
Daha dün kendisi memurdu…
Daha dün bordrolu bir emekçiydi…
Daha dün aynı kaygıları taşıyordu…
Bugün ise kendi geçmişini unutmuş, kendi emeğini yok saymış gibi davranıyor. Koltuğun kişiyi ne kadar değiştirebileceğini; vicdanı, hafızayı ve ilkeleri nasıl eritip yok ettiğini bir kez daha görüyoruz.
Sürgün edilen memurlar yalnızca kendileri için değil; tüm belediye çalışanları için, hatta tüm kamu emekçileri için bir hak mücadelesi veriyor. Çünkü bugün “Ses çıkarana sürgün” diyenler, yarın “Hakkımı istiyorum” diyene kapıyı gösterebilir. Bu gidiş, emekçinin sesini kısmak, mücadele iradesini kırmak, hak arayışını “ceza” ile bastırmak isteyen otoriter bir çizgidir.
Sürgünün hukuksuzluğu kadar, sürgünün ahlaki çöküş anlamına geldiğini de unutmamak gerekir. Emekçiyi başka bir birime göndermek, görev dışı bırakmak, alan değiştirmek… Bunlar sadece idari işlem değildir; bir insanı yıldırma politikasıdır, psikolojik baskıdır, mobbingdir. Ve her biri tarihe utanılacak notlar olarak düşecektir.
Çiğli’de bugün yaşananlar bir gerçeği daha hatırlatıyor:
Belediyecilik yalnızca asfalt dökmek, çöp toplamak, park yapmak değildir. Belediyecilik aynı zamanda çalışanının emeğine sahip çıkmaktır. İyi günde değil, zor günde personelin yanında durmaktır. Bir yönetici eğer ilk sıkıştığı anda çalışanını hedef alıyor ve onu cezalandırma yoluna gidiyorsa, orada ne sosyal demokrat belediyecilik vardır ne de kamu vicdanı.
Oysa bu topraklarda emek en değerli kavramdır. Kamu emekçileri bu ülkenin bel kemiğidir. Belediye emekçileri bugün Çiğli sokaklarını temizliyorsa, yarın yağmurda çamurda sahada görev yapıyorsa, bu onlara borçlu olunan sosyal denge tazminatı ödenmek zorundadır. Bu bir lütuf değil; anayasal bir haktır, toplu sözleşme hakkıdır, emeğin karşılığıdır.
Başkan Yıldız’ın unuttuğu şey de budur.
Sosyal demokrasi halkın, toplumun ve özellikle de emekçinin yanında duran siyasettir. Bir belediye başkanının kendi personelini sürgüne göndermesi, hak arayışını cezalandırması, basın yoluyla tehditkâr cümleler kurması sosyal demokrat değil; olsa olsa otoriter bir tavrın izdüşümüdür.
Emekçiyi sürmek kolaydır.
Zor olan ise emekçinin gözünün içine bakarak hakkını teslim etmektir.
Zor olan, eleştiriye açık olmak, kamuoyuna hesap verebilmektir.
Zor olan, koltuktan güç almak değil; koltuğa güç vermektir.
Bugün Çiğli’de yaşanan sürgün adımı yalnızca bir idari uygulama değil; bir zihniyet krizidir. Ve toplumlar zihniyet krizlerini ancak kolektif mücadele ile aşabilir. Bu yüzden emekçiler yalnız değildir. Çünkü haklıdırlar. Çünkü tarih, hak arayanları her zaman kazanmıştır; baskı kuranları ise unutturmuştur.
Çiğli Belediyesi’nde emekçiye yapılan bu haksızlık mutlaka son bulmalıdır. Sürgün kararları derhal geri çekilmeli, Sosyal Denge Tazminatları ödenmeli, çalışanların onuru daha fazla incitilmemelidir.
Unutulmasın:
Bir yöneticiyi büyük yapan şey makamı değil, emekçiye gösterdiği saygıdır.
Ve bugün Çiğli’de eksik olan tam da budur.