Son Mühür/Merve Turan- Son Mühür Tv’de Sıcak Bakış programına katılan eğitimci ve yayıncı Özgür Kaplan, Tunç Erciyas’ın sorularını yanıtladı.
“İhsan Alyanak bizim mahallemizin delegesi oldu”
Kaplan, babasının İzmir’in efsane belediye başkanlarından İhsan Alyanak ile dostluğunu şöyle aktardı:
“Bir dönem, seçimlerde İhsan Başkan listeye alınmamıştı. Oysa İzmir’in en efsane isimlerinden biriydi. Babam da ona, ‘Başkan gel, sen bizim mahallemizin efsanesisin’ dedi. Böylece Alyanak bizim mahallemizin delegesi oldu. Bugün Kılıç Reis’in ortasındaki parka onun adı verildi.”
Kaplan, bu tür partide emeği olan isimlerin kendiliğinden delege yapılması gerektiğini, onları yarışa sokmanın yanlış olduğunu vurguladı.
“Özgür Özel bile delege olamamıştı”
Partide benzer bir durumun bugünün Genel Başkanı Özgür Özel’in de başına geldiğini hatırlatan Kaplan, “Üç dönem önce Özgür Özel, Manisa’da kendi mahallesinde delege seçilemedi. Oysa o dönem Genel Başkan Yardımcısı ve Grup Sözcüsü konumundaydı. Bu durum, karşısındaki insanların daha dikkatli davranması gerektiğini gösteriyor” diye konuştu.
“Âşık Veysel’in dizeleri bize yol göstermeli”
Kaplan, CHP’de ve genel olarak siyasette insanların birbirine karşı daha yapıcı olması gerektiğini vurguladı ve Âşık Veysel’in şu dizelerini örnek gösterdi:
“Beni hor görme gardaşım, sen altınsın ben tunç muyum?
Aynı vardan var olmuşuz, sen gümüşsün ben saç mıyım?
Topraktandır cümle beden, nefsini öldür ölmeden…
Aynı yolcuyuz, yoldaşız, sen yolcusun ben baş mıyım?”
Kaplan, bu dizelerin siyasette birlik ve paylaşım kültürüne ilham vermesi gerektiğini söyledi.
“CHP’de delegelik değerlidir”
Mutlak butlan kararının genel başkandan parti meclisine kadar birçok kararın geçersizleşmesine neden olacağını dile getiren Kaplan, delege seçimlerindeki zamanlamayı eleştirdi:
“Cumhuriyet Halk Partisi’nde delegelik değerlidir ve söz sahibi olmanın ilk adımıdır. Ancak bugünün ağır ekonomik koşullarında delege seçimlerinin zamanlamasını isabetli bulmuyorum. Parti enerjisini tüketen kırgınlıklar doğuyor, üstelik belediye başkanlarının sürece doğrudan müdahil olması da doğru değil. Tüzük uygunluk verdiği ölçüde bir yıl erteleme düşünülebilirdi”
Kaplan, CHP’de değişim ihtiyacını ilk dile getirenlerden olduğunu hatırlatarak, Özgür Özel’i ilk destekleyenlerden biri olduğunu söyledi.
“Kentsel dönüşümü tek başına belediye karşılayamaz”
Kaplan, İzmir’de tartışma yaratan kentsel dönüşüm ve yüksek yapılaşma konularına ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Kaplan, özellikle Beştepeler ve Gültepe bölgelerinde kapsamlı bir kentsel dönüşümün mevcut planlarla hayata geçirilemeyeceğini belirterek, “Orada 50 bin civarında konut var. O 50 bin konuttan taşınacak insanlara 50 bin tane daire bulmanız gerekir ki o insanlar bir süreliğine orada kiracı olsun. Böyle bir projede geçici konut ve kira desteği gibi yükümlülükleri belediyeler tek başına karşılayamaz. Mutlaka Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı sürece doğrudan dâhil olmalı” dedi.
Kısa vadede yaşamı kolaylaştıracak adımların da önemine dikkat çeken Kaplan, “En azından doğalgaz bağlantılarıyla hava kirliliği azaltılabilir, insanların yaşam konforu artırılabilir” ifadelerini kullandı.
“Deprem değil, binalar öldürür”
Deprem riskine de değinen Kaplan, “Uzmanların dediği gibi deprem öldürmez, binalar öldürür. Zemin uygun değilse en ileri teknolojiyle yapılan bina bile risklidir” uyarısında bulundu.
“İzmir, Manhattan değil”
İzmir’de hızla yükselen gökdelenlerin Akdeniz’in ruhuna aykırı olduğunu söyleyen Kaplan, şu ifadeleri kullandı:
“Biz, Manhattan değiliz. New York’ta veya Chicago’da da yaşamıyoruz. Biz, Akdeniz ülkesiyiz. Akdeniz ülkelerinde -Portekiz’den Fas’a kadar- denizle kavga etmeyen, birkaç katlı yapılar ve geleneksel mimari görülür. Bugün Fas’a gittiğiniz zaman mavi ile beyazın karıştırılıp geleneksel motiflerin çizildiği birkaç katlı yapıları görürsünüz. Tunus'a veya Fransa’ya gittiğinizde de birkaç katlı yapılar görürsünüz ve hepsi denizle kucaklaşır. İzmir’ deki gökdelenleşme, rant beklentisinin bir sonucudur. 180 metre yüksekliğinde bir kule için imar başvurusu yapılıyor ve onay çıkıyorsa burada planlama aklını yeniden tartışmak gerekir”
“Kürt meselesinde masadan kalkan taraf CHP olmamalı”

Kaplan, Kürt sorununun çözümünde diyalog sürecinin önemine dikkat çekerek anayasa tartışmalarında stratejik hatalara karşı uyardı.
Kaplan, Cumhuriyet Halk Partisi içinde yıllardır var olan sol kanada vurgu yaparak, “Ben, parti içerisinde solda düşünenlerdenim. Kürt meselesinde çözüme ulaşmak için masada kalmak gerekir. Masadan kalkan taraf kesinlikle CHP olmamalı” dedi.
Türkiye’deki medya sektöründe algı yönetiminin çok sert yürütüldüğünü belirten Kaplan, “Söylediğiniz her söz farklı yerlere çekiliyor, bu yüzden dikkatli olmak zorundayız” diye konuştu.
“Seçimler ve anayasa iki ayrı süreçtir”
Kaplan, anayasa tartışmalarında stratejik risklere dikkat çekti:
“Seçimler ve anayasa değişikliği iki ayrı süreçtir. Kürt seçmen tabanı homojen değil; solda düşünenler HDP’ye veya CHP’ye oy verirken, dindar-muhafazakâr kesimler HÜDA PAR ya da AKP’ye yöneliyor. Bu nedenle sadece ‘Anayasayı çıkaralım, sonrasına bakarız’ anlayışı stratejik gol yeme riskini artırır”
“Bedel ödeyen insanların acısını hissederek siyaset yapmalıyız”
Kaplan, siyasetin toplumdaki acıları görmezden gelerek yapılamayacağını belirterek, “Bu ülkede bedel ödeyen insanlar var: Ömrü boyunca babasız büyüyen bir çocuk ya da bir yaşında hayatı sona eren bir bebek… ‘Bedel ödemek’ iki kelimelik basit bir ifade gibi görünse de ardında bir çocuğun hayatı boyunca annesiz, babasız büyümesini ya da o çocuğun küçük yaşta hayatını kaybetmesiyle hiçbir geleceğinin olmaması gibi büyük dramlar barındırır. Bu acıların ağırlığını hissederek siyaset yapmak gerekir” dedi.
“Siyasi etik rafa kaldırılıyor”
Kaplan, Türkiye’de siyasi etik konusunda ciddi bir boşluk olduğunu da vurguladı:
“Seçimlerden tüzüğe kadar herkes kuralları işine geldiği gibi eğip büküyor. Türkiye’de Siyasi Etik Yasası gündeme gelir gelmez kaldırıldı. Çünkü uygulanırsa Türkiye’de siyaset yapılamaz”
Toplumda bir ‘yengeç sepeti sendromu’ yaşandığını söyleyen Kaplan, “Bir iş yapıyorsunuz. Hemen ‘Ben onun parasının kaynağının nereden olduğunu biliyorum’ deniliyor. Aslında kimse bir şey bilmiyor. Amaç bir yerde bir şekilde o kişiye taş atmak, yolundan çevirmek, kolundan bacağından asılmak. Ne yazık ki bu bizim kültürümüzde var! Buna “yengeç sepeti sendromu” diyoruz. Yengeçlerden birisi sepetten çıkmaya çalışırsa diğer yengeç onu ayağından çekip sepetin dibine indirir. Türkiye’deki siyaset tam olarak bu” diye konuştu.
“Liyakatsiz atamalarla sonuç alınamaz”
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı örneği üzerinden atamaları da eleştiren Kaplan, “Partideki ilişkilerle, soy ağacıyla liyakatsiz atamalar yapılıyor. Böyle politikalarla sonuca ulaşamayız” dedi.
Eskiden mahallelerde basit asayiş olayları dışında ciddi suçların olmadığını hatırlatan Kaplan, “Komşuluk vardı, güven vardı. Şimdi bu kalmadı. Eğitimi düzenlemediğimiz takdirde sorunlar daha da büyür. Köy enstitülerini aynen kurmak şart değil ama eğitime mutlaka köklü bir neşter vurmak gerekiyor” diye konuştu.
Kaplan; Türkiye’de ekonomik koşulların halkı sessizliğin sınırına getirdiğini söyleyerek, “Türk halkının gerçekten takdir edilecek bir yapısı var. Şükretmek, var olanla yetinip geçinemese bile isyan etmeyen bu yapı Osmanlı’dan bugüne gelen bir gelenek. Ancak bugün emekli maaşları 18–19 bin TL bandında, çalışanların aldığı 22 bin TL de açlık sınırının çok altında. Bir ailenin insanca yaşayabilmesi için 70–80 bin TL gerekli. Böyle bir tabloda bu kadar sessizlik hayra alamet değil” dedi.
Bir tarafta lüks, bir tarafta sefalet
Kaplan, gelir dağılımındaki uçuruma dikkat çekerek şunları söyledi:
“Bir tarafta birkaç maaş alan on binler, lüks ve şatafat içinde yaşayan küçük bir azınlık var. Öbür tarafta ise nüfusun yüzde 80’inin geliri, ülkenin yüzde 4’ünün gelir seviyesiyle hemen hemen aynı noktaya gelmiş. Bu çok adaletsiz bir sistem. İnsanların meydanlara çıkması, sesini yükseltmesi gerekiyor.”
“Mitinglerin dolması tesadüf değil”
Kaplan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in mitinglerinin hınca hınç dolmasının halkın tepkisini yansıttığını söyledi:
“İnsanlar evde de tepki duyuyor ve bu tepkiyi yakınlarıyla da paylaşıyordu. Ama insanlar artık sadece evde değil, meydanlarda da bu tepkiyi göstermeye başladılar. Açıkçası insanlar ‘Artık yeter’ dediler. On binlerce insanın miting meydanlarını doldurması durumu gerçekten daha farklı bir yere getirdi”
“İzmir fuarı kentin dünyaya açılan kapısıydı”
İzmir Fuarı’nın geçmişte sadece bir eğlence alanı değil, aynı zamanda İzmir’in ticari ve kültürel vizyonunu şekillendiren önemli bir organizasyon olduğunu dile getiren Kaplan; çocukluk yıllarını hatırlatarak, “Biz Kahramanlar ‘da oturuyorduk. 26 Ağustos Kapısı’na 5 dakika yürüyüş mesafesindeydik. Rahmetli annem köfte–patates hazırlar, babam mesai çıkışında fuara gelirdi. Gül Bahçesi ve Akasyalar Çay Bahçesi bizim uğrak yerimizdi. O dönemin ünlü sanatçıları sahne alırdı. Bir gün Nuri Sesigüzel’i gelmişti., Bir Impala ile gelmişti. O zamanlar o araba bugünün Mercedes’i gibiydi” dedi.
“1969’da Ay taşı fuarda sergilendi”
Kaplan, fuarın uluslararası niteliğine de dikkat çekti:
“Fuarda bütün ülkelerin stantları açılırdı. 1969’da ABD standında Ay taşı sergilenmişti. Neil Armstrong ve arkadaşlarının Ay’dan topladıkları küçük bir taş parçasını görmüştük, ‘Vay be’ demiştik. Şimdilerde market raflarında yerini alan çekirdeksiz karpuzu ise ilk kez Çin standında görmüştük. ‘Demek ki onlar bu işi yapmış’ demiştik”
Kaplan, “Fuar, insanların gazinolarda sanatçılar izlediği, çocukların eğlendiği, ticaret hayatının döndüğü müthiş bir gelenekti. İzmir’in dünyaya açılan kapısıydı. Bugün fuar hâlâ var ama o şaşaalı günlerinden uzak. Dilerim belediye başkanlarımız, o eski nostalji gecelerinin yeniden yaşanacağı günleri İzmir’e kazandırır” dedi.
“Gençler belediyelere iş umuduyla yöneliyor”
Kaplan’a göre; Türkiye’de liyakat sisteminin zayıflamasından ötürü işe alınmayan gençler, iş umuduyla belediyeye yöneliyor ancak belediyelerin mali yapısının daralıyor.
“İller Bankası ödenekleri gecikebiliyor ya da SGK borçları nedeniyle kaynakta kesinti yapılarak gönderiliyor. Belediyelerimizin istihdam kapasitesi sınırlı. Buna rağmen sosyal alana, emekli, çocuk, genç odaklı politikalara yüklenmek zorundayız. Gençlerimizi uyuşturucudan uzaklaştıracak en etkili araçlar olan spor, müzik ve kültürel etkinliklere çekerek hayata kazandırmalıyız. Ayrıca belediyemiz; ülkemizde atanamamış on binlerce beden eğitimi öğretmenimize takım sporları, atletizm, jimnastik gibi branşlarda iş olanağı sağlayabilir” dedi.
“Bir Halkın Kurtuluş Öyküsü: Akşehir’den Zafere”
Kaplan, 26 Ağustos’un Türk milletinin bağımsızlık mücadelesindeki dönüm noktalarından biri olduğunu şu sözlerle anlattı:
“Bugün 26 Ağustos, Türk ordularının Mustafa Kemal Paşa önderliğinde emperyalizme karşı açtığı savaşın, bir halkın kurtuluş öyküsünün başlangıcıdır. Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa, Akşehir’de günlerce süren uykusuz toplantılarla Büyük Taarruz ’un stratejisini belirledi. 50 bin asker gizlice Afyon’a geçti ve 26 Ağustos’ta kurtuluşun simgesi, savaşın başlangıcı ateşin meşalesi yakıldı”
“Akşehir’den Zafere kitabını tüm belediyelere armağan ettik”
Kaplan, babası Mevlüt Kaplan’la birlikte hazırladıkları kitabı tanıtarak şunları söyledi:
“ ‘Akşehir’den Zafere’ adını verdiğimiz bu kitabı Akşehir Belediyesi’ne armağan ettik. Akşehir Belediyesi de bu kitabı basarak halka ulaştırdı. İlk baskısı bütün Türkiye’deki belediye başkanlarına gönderildi ve tükendi. Şimdi ikinci baskı hazırlanıyor. Bu kitap, parayla satılarak ederine ulaşabilecek bir kitap değil.”
“700’e yakın eser, onlarca armağan kitap”
Eğitimci yazar Mevlüt Kaplan’ın yayıncılık serüvenine değinen oğlu Özgür Kaplan, “Babam 1946’da ilk kitabını yazdı. Bugün 700’e yakın yayına imza attık: ders kitapları, sözlükler, çocuk romanları, boyama kitapları… Hâlâ her gün 7–8 saat çalışmaya devam ediyor” dedi.
Kaplan, son yıllarda farklı belediyelere de armağan kitaplar hazırladıklarını belirterek, “Mersin Büyükşehir Belediyesi için Mersin yöresinin masallarını derleyen bir kitap armağan ettik. Çocukların anneannelerinden, dedelerinden duydukları masalları topladık. Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne de bir dosya gönderdik, şu an inceleniyor. Ayrıca eğitimle ilgili kapsamlı bir dosyamız da var, bunu da CHP Genel Merkezi’ne armağan edeceğiz” ifadelerini kullandı.
Köy enstitülerinin mirasından bugünkü eğitim sistemine uzanan eleştirilerde bulunan Kaplan, babasının diplomasına bakarken dikkatini çeken dersleri hatırlatarak, “Köy enstitülerinde dersler öyle sınıflandırılmış ki; bahçe işleri, tarım işleri, hayvancılık kendi içinde bile ayrılmış. Arıcılık, küçükbaş, büyükbaş, ipekböcekçiliği… Meyvecilik, sebzecilik… Bunun yanında hayata bakış, genel kültür, ahlak, tertip, düzen, temizlik gibi dersler var” dedi.
“Öğretmenlerin saygınlığı arttırılmalı”
Bugün öğretmenlerin otoritesinin zayıflatıldığını söyleyen Kaplan, “Öğretmen arkadaşlarımla konuşuyorum, ‘Biz artık öğretmenlik yapmıyoruz, çocuk avutuculuğu yapıyoruz’ diyorlar. Öğretmenin en küçük tepkisi ertesi gün velinin sınıfa girerek hesap sormasına yol açıyor. Bu kabul edilemez. Eğitimde otorite yeniden sağlanmalı, öğretmenin saygınlığı artırılmalı” ifadelerini kullandı.
“Milli Eğitim politikası, ulusal güvenlik politikasıdır”
Kaplan, eğitimdeki sorunların ülkenin güvenliğini dahi etkilediğini belirtti:
“Her şeyden evvel öğretmenin özlük hakları ve maaşları iyileştirilmeli. Eğitim bir ülkenin Milli Eğitim politikası değil, ulusal güvenlik politikasıdır. Çünkü ulusal güvenliğin temeli eğitimden geçer”
Kaplan, etik sorunların temelinde yine eğitim eksikliğinin bulunduğunu vurgulayarak, “Her şeyin çözümü eğitim. Eğitim düzenlenmediği müddetçe etik değerler oturmaz. İzmir, CHP siyasetinin amiral gemisi. O yüzden İzmir’de bu tartışmaların daha fazla olması da normaldir diye düşünüyorum” dedi.
“Eğitim bir ülkenin kaderini belirler”
Kaplan, eğitim sistemine de değinerek, “Son yıllarda 7–8 kez Milli Eğitim Bakanı değişti ama hepsi başarısız oldu. On binlerce gencimiz sınavlarda sıfır puan çekiyor. Eğitimimiz yerlerde sürünüyor. Bizim hazırladığımız ‘Nasıl Bir Eğitim?’ kitabımız, CHP iktidarında yol gösterici olabilir” dedi.





