Galatasaray’a kaptırılan şampiyonluk sonrası Hatayspor karşısında alınan 4-2’lik mağlubiyet, Fenerbahçe’de sezonun özetini sunar nitelikteydi. Mourinho’nun gelişiyle başlayan umut, yerini derin bir hayal kırıklığına bırakırken, takım içindeki dağınıklık ve motivasyon eksikliği gelecek sezonun daha başlamadan karanlık olabileceğinin işaretini veriyor.

Jose Mourinho’nun büyük beklentilerle, büyük umutlarla ve büyük bir medya şovuyla İstanbul’a inişi, Türk futbolunun belki de son yıllarda gördüğü en yüksek profilli teknik adam hamlelerinden biriydi. Fenerbahçe camiası, onun kariyerinde elde ettiği başarıları, Avrupa kupalarını, disiplinli yapısını, medyatik yönünü ve kazanma alışkanlığını arkasına alarak sarı-lacivertli kulübe yeni bir kimlik kazandıracağına inanıyordu. Ancak sezonun son düdüğüyle birlikte ortaya çıkan tablo, yalnızca bir teknik direktörün düşüşünü değil, aynı zamanda koskoca bir kulübün ruhunu kaybettiğini gözler önüne serdi.

Hatayspor karşısında alınan 4-2’lik mağlubiyet, yalnızca bir skor değildi. Bu sonuç, Fenerbahçe’nin sezon boyunca yaşadığı sistemsizlik, istikrarsızlık, motivasyon eksikliği ve liderlik sorunlarının kristalize olmuş haliydi. Her hafta farklı bir ilk on bir, her maç değişen oyun anlayışı, oyuncuların rollerinin maçtan maça evrilmesi ve nihayetinde sahada hiçbir uyum göstermeyen bir takım... Bu tablo, sadece teknik direktörün değil, aynı zamanda kulüp yönetiminin de büyük bir fiyasko yaşadığını gözler önüne seriyor.

Jose Mourinho’nun kariyerinde elbette ki tartışmasız başarılarla dolu yıllar mevcut. Ancak son yıllarda bu başarıların yerini kulüplerden gönderilişler, hayal kırıklıkları ve tazminat dosyaları aldı. Ve Türkiye’deki ilk sezonu da bu zincire yeni bir halka eklemekten öteye gidemedi. Mourinho, İstanbul’a gelirken yanında ne ailesini getirdi ne de bu ülkenin futbol dinamiklerine uyum sağlamak gibi bir çaba içerisine girdi. Adeta kendi iç dünyasında yaşayan, futbolu yalnızca kendi penceresinden gören, yerel gerçekleri anlamaktan ve kabul etmekten uzak bir teknik direktör görüntüsü çizdi.

Bu kopukluk, saha içine doğrudan yansıdı. Futbolcuların teknik direktöre olan inancı kayboldu, saygı zedelendi. Takım içindeki adalet duygusunun yok oluşu, sürekli aynı oyuncuların tercih edilmesi, form düşüklüğü bariz olan bazı isimlerin ısrarla sahada yer bulması, genç oyuncuların motivasyonunu altüst etti. Bir zamanlar formunun zirvesinde olan İsmail, İrfan Can, Cenk gibi isimler bugün sahada ayakta durmakta zorlanıyor. Yusuf ve Levent gibi genç yetenekler ise şanssız bir döneme denk gelerek futboldan neredeyse soğuma noktasına geldiler.

Sahadaki tablo ise tam bir hayal kırıklığı. Yaş ortalaması yüksek, fiziksel olarak zayıf bir takım görüntüsü çizen Fenerbahçe, bir başka düşme hattındaki takımdan 4 gol yemeyi başardı. Bu skor, sadece teknik ve taktik başarısızlık değil, aynı zamanda mental çöküşün de net bir göstergesiydi. Saha içinde ruhunu kaybetmiş bir oyuncu grubu, yorgunlukla mücadele eden bacaklar ve kafası karışık bir teknik direktör... Kazanma alışkanlığı bir yana, sahada mücadele eden bir karakter dahi görünmüyordu.

Dahası, taraftarın da bu tabloya sessiz kalması dikkat çekici. Mourinho’ya yönelik hiçbir tepkinin gelmemesi, tüm öfkenin yönetime yöneltilmesi, belki de futbol aklımızın hâlâ kişilere değil sistemlere bağlı olmasından kaynaklanıyor. Oysa bu kadar büyük bir kulüp, teknik adamına da hesap sormalı, bu seviyede bir düşüşe sessiz kalmamalıdır.

Hatayspor karşısında yaşanan hezimet, aslında bir anlamda yönetimin gözünü açması gereken bir sınavdı. Sezon boyunca görmezden gelinen ya da geçici olduğu varsayılan sorunların artık kalıcı hale geldiğini gösteren, Mourinho'nun futbol aklının bu kulübe uygun olmadığını kanıtlayan bir tablo sundu. Belki de Hatayspor, Fenerbahçe için yalnızca bir rakip değil, aynı zamanda büyük bir uyarıcı görevi gördü.

Şimdi önümüzde yeni bir sezon var ve bu sezonun hangi ruhla başlayacağı, yönetimin alacağı kararlarla şekillenecek. Mourinho’nun kariyeri elbette ki saygıyı hak eder, ancak şu anki tabloya bakıldığında bu saygı artık sahada karşılığını bulamıyor. Ne oyuncular ne taraftar ne de yönetim, bu düşüşü daha fazla taşıyamaz. Eğer bir yenilenme, bir yeniden doğuş planlanıyorsa, bu değişimin ilk adımı teknik direktör koltuğundan başlamalıdır.