Kadın hakları ve cinsiyet eşitliği ile ilgili dilimizde yazılmış, binlerce yazıya bir yenisini daha eklemek değil, bu yazıyı yazma nedenim. Bu konuda, "beş dakika da olsa ne yapabilirim'" diye düşünmenizi sağlamak. 

Kadın hakları, dillere pelesenk olmuşken, cinsiyet eşitliği kavramı her köşe başında karşımıza çıkmasına rağmen, hala gerçek bir eşitlikten bahsedebilmek mümkün değil. Uluslararası sözleşmeler, çıkarılan kanunlar, toplumda farkındalık yaratmak için yapılan tüm çabalara rağmen, cinsiyet eşitliği konusunda toplumsal adalet henüz sağlanamamıştır.

Dünya tarihine baktığımızda, Anaerkil kabilelerde kadın ve erkeğin hak ettiği yer aynıydı. Ataerkil toplumlarda ise kadının hak ettiği değeri göremediğini biliyoruz. Ataerkil düzenin gelişi ile erkek hegemonyası için kadın meta haline gelmiş, hiçbir zaman ezmediği halde, ezilen cinsiyet halini almıştır. Yazının başında kısaca bahsedildiği gibi çalışma hayatında da, hukukta da, eğitim hayatında da gerçek eşitliği sağlamak ve farkındalık yaratmak gerekiyor.
 
Modern bir kavram olan eşitlik kavramı, hayatımızda birçok yerde ama en çok cinsiyet eşitliği konusunda karşımıza çıkıyor, çıkmalı da. Çünkü, çok eski tarihlerden bu yana, kadınlara yapılan haksızlıkların devam etmesi ve gerçek eşitliğin sağlanamaması durumunda, ülkemizin gelişmesinin mümkün olamayacağı açıktır.

 Toplumumuzun yarısının kadınlardan oluştuğu düşünülürse, sadece kadın hakları ihlalleri bile ülkemizin gelişmişlik seviyesi hakkında hüküm vermeye yetecektir. 

Stuart Mill tarafından söylenen “Bir uygarlığın seviyesini ölçmek isterseniz derhal kadınların hayatına bakınız” sözü de bu tezi haklı olarak doğrulamaktadır. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1923 yılında söylenen “bizim toplumumuzun başarısızlığının sebebi kadınlara karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken diğer bir organı işlemezse bu sosyal toplum felçlidir.” sözleri de, bugün geldiğimiz noktada hatalarımızı anlamamızı sağlar.

Mustafa Kemal Atatürk tarafından, tüm dünyaya örnek olacak şekilde yapılmış olan devrimler sayesinde, Türk kadını çok önceden haklarına kavuşmuş fakat sonrasında bu hakların geliştirilememesi nedeniyle, kadının hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusu benzeri binlerce yazı gibi bu yazının da konusu olmuştur. 

Atatürk’ün himayesi altında, İstanbul’da, daha 1935 yılında, “Uluslararası Kadın Kongresi” organize edilmiş ve bu kongreye gönderdiği telgrafında Atatürk; “siyasi ve toplumsal hakların kadın tarafından kullanılmasının insanlığın mutluluğu ve prestiji bakımından elzem olduğunu” söylemiştir. 

1935 yılından çok ileride oluşumuz, Atatürk’ün söylediklerinin ve bu konuda yaptıklarının batılı ülkelerce bile yıllar sonra tartışmaya açıldığı ve konunun batılı ülkelerde dahi çok uzun yıllar sonra kabul ve gelişme gösterdiği düşünüldüğünde, bugün artık kadın hakları ve cinsiyet eşitliği konularındaki sorunların çoktan çözülmüş olmasını ve bu konuda konuşmayı gerektirir bir durumun kalmamasını temenni ederdik. 

Eşitliğin tam olarak sağlanması bir yana, kadına karşı şiddetin dozu her geçen gün giderek artıyor. Şiddetin bu kadar artmasının en büyük nedenlerinden biri, verilen cezaların caydırıcı olmaması. Daha 1935 yılında, İstanbul’da, “Uluslararası Kadın Kongresi” organize edilmişken, 2011 yılında, amacı; kadına yönelik her türlü şiddeti önlemek, kadına karşı her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmak olan, İstanbul Sözleşmesinin ilk imzacı devleti Türkiye olmasına rağmen, kadına şiddet gün geçtikçe artmış, sözleşme sonrasında, sözleşmenin etkilerinin de görüldüğü, 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun çıkartılmış fakat ne sözleşmenin imzası ne de kanun şiddeti engelleyememiş ve geldiğimiz noktada şiddet korkunç şekilde artmıştır. Kadına karşı şiddet aynı zamanda insan hakları ihlali ve şiddetin durdurulması ile cinsiyet eşitliğinin sağlanması, devletin en önemli görevlerinden biri. Sadece devletin değil, aklı başında her kurum, kuruluş, sivil toplum kuruluşu ve en önemlisi adı insan olan varlığın görevidir. 

Kadınlar vardır ve varlıklarını kanıtlamaya çalışmak zorunda bırakılmamalıdırlar. Son olarak; kadın ya da erkek fark etmez, bir akıl ve kalpten ibaretiz hepsi bu.