Anarşist bir felsefe öğretmenim vardı. Adını onca uğraşa rağmen anımsayamadığım öğretmenimin minik kızının ismi ise Ekin ‘di…  Bir sohbetimiz esnasında,

 “Bak Sevinççiğim… Herkesin göklere çıkardığı fedakarlık benim dünyamda, bel altı vuran sinsi bir şeydir. Fedakarlığı ile övünen her birey, feda ettiği şey için bir kâr bekler ve genellikle de beklediğini alır. Her Feda’nın bir kâr’ı vardır. Bunun illa ki bir maddi karşılığı olmayabilir. Bazen bu duygusal kârları da beraberinde getirebilir. Ama kâr mutlaka vardır. Fedakarlık ne kadar göklerde değilse, bencillikte bir o kadar yerin dibinde değildir. Sen bunun üzerine bir düşün…” demişti bana.

 Anarşist Felsefe öğretmenimin üzerinde düşünmemi söylediği sözlerin üzerinden yıllar geçmişti. Ben bir Belediyede yazı işleri müdürü olarak göreve başladım. O yıllar kızım çok küçüktü. Bende havalar binbeşyüz, karizmanın zirvesindeyim. Sarı bir Mercedes marka araba vermişlerdi bana. Şoförüm her gün evimden alır, mesai sonrası evime bırakırdı. O derece yani.

Bir seneye varmadan görüş ayrılıklarımız nedeniyle pat diye işten attılar. Sap gibi kalakaldım.

Bana tayin ettikleri hava attığım Mercedes gittiği gibi, cebimde otobüse binecek para bile kalmamıştı. Kucağımda küçücük bir kız çocuğu ile kalakalmıştım. Tam da o sıralar, İzmir ‘de önemli bir yere sahip oldukça zengin bir iş adamı benimle evlenmek istiyor.

Ev kirasını ödeyemiyorum evden atıyorlar beni, zengin amca avucuma ev, araba anahtarları dolduruyor. Ben de ne yoksa, Bey amcamızda o gereğinden fazla var. Ayıptır söylemesi amca da bir çirkin evlerden ırak yani.

Bey amcamızın bu ısrarlı hali devam ederken, ben bir fındık toptancısı tanıdığım vasıtası ile pazarda fındık satmaya başladım. Minik kızım, Küçük Fare ile sabahın 5’inde pazara gider fındık tezgahının altına yatak yapar yatırır, uyanınca da fındıklarla oyun oynardık.

Utanarak bakardım kızımın yüzüne, 

“Affet beni minik kızım... Bey amcaya evet diyemediğim için beni affet. Bedenimi ve ruhumu, konforlu bir yaşam için feda edemediğim için beni affet… Feda etmeyi göze alabilseydim bu durumun kârı senin yurtdışında özel okullarda büyümen olacaktı belki ama… Affet beni ben bunları yapamıyorum. Lütfen beni affet, bütün bunları bencillik değil de yaşamın karşısında bir duruş olduğunu anlamanı umut ediyorum. Umarım beni bir gün anlarsın” diye geçirirdim içimden…

Bu durumun üzerinden çok zaman geçmeden, bir deri firmasında Personel müdürü olarak işe başladım. Dolar ile maaş alıyordum. Kızım özel anaokullarında bale ve tiyatro dersleri almaya başladı, evde bakıcıları vardı.

Sonradan duydum. Evlenmek için kendini paralayan zengin bey amca aşkından çöllere falan düşmemiş, iflas etmiş yurtdışına kaçmış.

Anarşist Felsefe öğretmenimin aslında ne demek istediğini ben pazarda fındık satarken çok daha iyi anlamıştım. İçin de kâr beklentisi bulunan her fedanın aslında fedakârlık değil de bir ticaret olduğunu, bencillik görünen şeyin ise kârı çıkarılmış bir feda olduğunu… Yar’in yanağından gayrı paylaşılan her şeyin gönüllülük temelinde, bir yoldaşlık, dostluk olduğunu… Elbette benim canım çocuğuma feda etmeliydim ama kârsız.

Bugün hayatta övünebileceği bir anne kızımın en büyük kârı, dün feda edemediğim şeyler yüzünden…

Galiba hatırladım Anarşist Felsefe öğretmenimin adını…

Adı Hayat…

Bin selam olsun, hayatını kârsız feda edenlere… Alçalmadan yükselenlere...