İstanbul’un hafızasında derin izler bırakan ve 1986 yılında kamuoyunu derinden sarsan Olcay Zaimgil olayı, yeniden gündeme taşınarak Türkiye'nin karanlık suç tarihinde unutulmaz olaylardan biri olarak hatırlanıyor. İstanbul’da özellikle yalnız yaşayan kadınları hedef alan bu olay, sadece işlenen suçlarla değil, yarattığı toplumsal korku ve infialle de dikkat çekmişti.
İstanbul’un Karanlık Günlerine Damga Vuran İsim: Olcay Zaimgil
1980’li yılların ortasında Türkiye’nin en kalabalık ve en hareketli şehri olan İstanbul, bir yandan modernleşme çabalarıyla gündemdeyken, diğer yandan ise artan suç olaylarıyla çalkalanıyordu. Bu karanlık dönemlerden birinde adını duyuran Olcay Zaimgil, 1986 yılında işlediği cinsel saldırı suçlarıyla hem basının hem de kamuoyunun dikkatini üzerine çekmişti. Özellikle İstanbul’un çeşitli ilçelerinde, farklı zamanlarda meydana gelen ve benzer yöntemlerle işlenen saldırılar, bir süre sonra aynı failin işi olduğu yönünde değerlendirilmişti.
İlk olarak suç mahallerindeki izlerin benzerliğiyle dikkat çeken olaylarda, failin genellikle evde yalnız yaşayan kadınları hedef aldığı ve evlere genellikle hırsızlık amacıyla girdiği düşünülüyordu. Ancak olayların sadece maddi zararlarla sınırlı kalmadığı, korkunç boyutlara ulaşarak silah zoruyla cinsel saldırıya dönüştüğü anlaşılmıştı.
Kaçak Yaşamla Geçen Yıllar ve Askerlikten Firar
Olcay Zaimgil’in hayatı, sıradan bir suçlunun ötesine geçerek ciddi psikolojik ve sosyolojik incelemelere konu olacak nitelikteydi. İstanbul’un Çatalca ilçesinde dünyaya gelen Zaimgil, olayların yaşandığı dönemde 25 yaşındaydı. Gençliğinin önemli bir bölümünü askerlik hizmeti sırasında geçiren Zaimgil’in hayatındaki kırılma noktası ise 1981 yılında gerçekleşti. Askerlik yaptığı sırada firar eden Zaimgil, daha sonra Kasımpaşa Askeri Hastanesi'nin Psikiyatri Servisi’nde tedavi altına alındı. Ancak hastaneden ayrıldıktan sonra izini kaybettirmesi ve yasa dışı bir yaşam sürmeye başlaması, suçlarının başlangıcı olarak kabul ediliyor.
Kamuoyuna yansıyan bilgiler doğrultusunda, firarından sonraki süreçte İstanbul’un farklı semtlerinde çeşitli evlere giren Olcay Zaimgil’in, genellikle yalnız yaşayan kadınları hedef aldığı, evdeki eşyaları almanın ötesine geçerek korkunç cinsel saldırılar gerçekleştirdiği ortaya çıkmıştı.
Toplumu Derinden Sarsan İfadeler ve Şok Eden Savunmalar
Zaimgil’in suçları kadar kamuoyunda infiale neden olan bir diğer unsur ise, gözaltına alındıktan sonra verdiği ifadelerdeki sorumsuz ve sarsıcı beyanlardı. Saldırdığı kadınlar hakkında, ifadesinde söylediği "tecavüz değil, teslim olmuşlardı" sözleri hem toplumun vicdanını yaralamış hem de kadın hakları savunucularının büyük tepkisini çekmişti. Bununla da yetinmeyen Zaimgil, bazı mağdurların kendisine para verdiğini iddia ederek, suçlarını meşrulaştırmaya çalışmıştı.
“Tecavüz değil, teslim olmuşlardı.”
“Bazıları bana para da verdi.”
Bu tür sözlerin bizzat failin ifadesiyle basına yansıması, kamuoyunun olaya bakışını daha da sertleştirmiş ve süreci sadece bir suç davası olmaktan çıkararak, sosyal bir yara haline getirmişti.
Yakalanma Anı ve Gündeme Oturan Sözler
Uzun süren kaçışın ardından, 22 Şubat 1986 tarihinde İstanbul’un kalbi sayılabilecek Taksim’de bir sinemanın çıkışında polis ekipleri tarafından kıskıvrak yakalanan Olcay Zaimgil, yakalanma esnasında da kamuoyunda geniş yankı uyandıran sözler sarf etmişti. Gözaltına alınırken yaptığı şu açıklama, medyada geniş yer bulmuştu:
“Bana iyi davranacaklarını bilseydim daha önce teslim olurdum.”
Bu cümle, bir yandan suçlunun pişmanlık duyup duymadığına dair tartışmaları beraberinde getirirken, diğer yandan adalet sistemine ve suçluların cezalandırılması sürecine dair toplumsal tartışmaları da alevlendirmişti.
Olayın Medyadaki Yeri ve Toplumsal Tepkiler
1986 yılında Türkiye'de gazete manşetlerini süsleyen ve dönemin televizyon haberlerine sıklıkla konu olan Olcay Zaimgil olayı, kamuoyunda büyük bir korku atmosferi yaratmıştı. Özellikle İstanbul’da yaşayan kadınlar, sokakta yürürken ya da evde yalnızken daha tedirgin hale gelmiş, güvenlik kaygıları üst seviyeye çıkmıştı. Olayın hemen ardından kadın hakları savunucuları ve sivil toplum örgütleri güvenlik önlemlerinin artırılması yönünde çağrılarda bulunmuştu.
Toplumun güvenlik algısını yerle bir eden bu suç zinciri, yalnızca mağdurlar değil, tüm şehir halkı üzerinde psikolojik bir baskı yaratmış, günlerce evlerin kapıları ve pencereleri daha sıkı kapatılmıştı. Aynı zamanda polis ekiplerinin de şehir genelindeki denetimleri artırması ve faili yakalama sürecindeki çabaları, medyada geniş yankı uyandırmıştı.





