Son Mühür - İrem Baysoy

Titar Tarım ve Hayvancılık Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Doğan, Ayşegül Koç ile Gün Başlıyor programında üretici ve tüketicilerin beklentilerini anlattı. Başkan Doğan aynı zamanda, üreticilerin üretimi bırakıp, göç etme sebeplerinden bahsederek; ''Köyde yaşayan gençlerimizin cebi para görebilse, hayat güvenceleri olabilse, aynı zamanda yaptığı işten keyif alsa o insanlar köydeki şartlarını, olanaklarını terk edip kentin varoşlarına, asgari ücretle gider mi?'' ifadelerini kullandı. İşte Mehmet Doğan'ın konuşmasında öne çıkanlar:


''Pandemi döneminde üretime yönelik farkındalık arttı''


Tüketici boyutunda farkındalığın yükseldiği kanaatindeyim. Ancak kurumlar bazında, devlet yöneticileri bazında, ben bu farkındalığın çok arttığı kanaatinde değilim. Bu pandemi döneminde birçok yer kapandı, fabrikalar kapandı, birçok kurum kapısına kilit vurdu ama tarım ve hayvan sektöründeki üretici geçmişte hayatını nasıl sürdürüyor ise bu pandemi döneminde de aynı şekilde yaşamını devam ettirdi, işine sahip çıktı, hiçbir zaman geri adım atmadı, hiçbir şeyden ürkmedi ve korkmadı, olabildiğinde üretimini sürdürdü ve devam ettirdi. Peki işin gerçeğine ve bilimsel tarafına geldiğimizde, pandeminin bize bir ders vermesi gerekiyor muydu? Elbette vermesi gerekiyordu. Şunu gördük; yani sizin lüks villalarınız, arabalarınız, yatlarınız olabilir ama pandemi ''siz bunların hiçbirini kullanamazsınız, tüketemezsiniz, bununla hayatınızı sürdüremezsiniz'' dedi. Fakat öbür tarafta siz insan olarak, canlı varlık olarak, yaşamınızı devam ettirmek için mutlaka yemek, içmek, tüketmek zorundasınız. Biz tüketiciler olarak nihayetinde üreticilere muhtacız. Üretici üretecek ki, biz de onu soframızda tüketebilelim. Dolayısıyla burada üreticinin korunması sadece devlet kurumları tarafından değil, sivil toplum örgütlerince, tüketicilerle de sağlanmalı. Üreticiye sahip çıkmamız gerekiyor. Türkiye'de ne yazık ki geçmişten beri gelen, garip bir alışkanlık var; üretici her zaman göz ardı edilmiş, üreticiye sürekli arkamızı dönmüşüz, üretinin hangi koşullarda, hangi şartlarda, nasıl emek vererek bunları bizim soframıza sunduğunun farkındalığını bir türlü geliştiremedik.


 ''Köylü milletin efendisidir'' 


Mustafa Kemal niye efendi dedi? Hem de o şartlarda, çok kısıtlı imkanlarda üretim yapan, okuryazarlık derecesi son derece düşük olan, entellektüel kültürü sıfır olan, bir topluma, köylüye efendi dedi. Köylü toplumunu en güvenilir, en çalışkan toplum kesiti olarak gösterdi bize. Niçin? Çünkü Mustafa Kemal şunu gördü: Kurtuluş Savaşı'na gittiği zaman en büyük desteği köylüden aldı, en samimi davranışı köylüden buldu. Kurtuluş Savaşı zamanı bizim cepheye ninelerimizin hepsi elde ettiği bütün ürünleriyle birlikte destek sağladılar, askerin arkasında durdular. Bu yüzden üreten ya da ürettiği değer bulmasa bile toprağından vazgeçmeyen, hayvancılıktan vazgeçmeyen köylümüz aslında bizim hayatımızın garantisidir, sigortasıdır. O nedenle hepimizin köylüye, üreticiye sahip çıkmamız gerekiyor. Bu pandemi dönemi bize bunu anlattı fakat özellikle sanayici kesiminin ve devlet kurumlarının bunu çok iyi anladığı kanaatinde değilim. Bu pandemi döneminde maliyetlerin çok artmasına rağmen, şartların çok zor olmasına rağmen, bütün kısıtlılıklar içerisinde insanlar üretimini devam ettirdiler ama emeğinin karşılığını alamadılar, alamıyorlar. Size verilerle örnek vereyim, bir litre sütün maliyeti 3 lira 2 kuruş ancak sizin satışınız 2 lira 80 kuruş. Yani siz 22 kuruş zararına sütünüzü satıyorsunuz. Zararına neden devam ediliyor? Hayvancılık sektörüne giren biri kolay kolay o sektörden çıkamaz çünkü siz hayvancılık işletmesini başka bir amaçla işletemezsiniz yani oraya hastane, üniversite, rezidans yapamazsınız. O sektörü devam ettirmeye mecbursunuz, başka şansınız yok çünkü... Hemen kilit vurup kapatabileceğiniz bir işletme de değil. Diğer boyutu ise küçük işletmeler yaşamını buna göre şekillendirmişler, yani atadan, babadan, dededen gelen alışkanlıkları var. Onları köyüne, toprağına bağlayan duygusal bağları var. Bunların hepsi bir şekilde o insanları üretim sektörü içerisine bir anlamda mahkum ediyor. Bu insanlar yaşlısıyla, genciyle, çocuğuyla çalışır, bu insanların sigortası yok, hiçbir hayat güvenceleri yok, gelirleri kısıtlı da olsa  o kısıtlı şartlarda geçinerek işlerini devam ettiriyorlar. 

''Genç kesim üretimden uzak duruyor''


Büyük işletmeler zaten Türkiye'de toplam yüzde 5'ini oluşturuyor. Büyük işletmeler ise ya yan gelirleriyle bu işi finanse ediyorlar, ya da devletin destekleriyle ayakta kalıyor. Bu sektör emeğinin karşılığını alabilmiş değil. 12 il içerisinde tarım sektörünün iş gücü üzerindeki gücü yüzde 48 azalmış. Yani yarısına yakını tarım sektörü üzerinden kendisini çekmiş. Özellikle genç kesim kendisini çekmiş. Çünkü köydeyken, tarladayken şartları çok zor. Sabahleyin 5'te kalkıyorsunuz, geceyarısına kadar yaptığınız işle ayakta durmak zorundasınız. Tarım ve hayvancılık dediğinizde tozun, toprağın, hayvan gübresinin içerisinde sürekli gününüzü geçiriyorsunuz ve verdiğiniz emeğin karşılığını alamıyorsunuz. Yani o köyde yaşayan gençlerimizin cebi para görebilse, hayat güvenceleri olabilse, aynı zamanda yaptığı işten keyif alsa o insanlar köydeki şartlarını, olanaklarını terk edip kentin varoşlarına, asgari ücretle, kaldı ki bir kısmı zaten iş bulamıyor, gelmezler... Peki bunu tersine çevirebilir miyiz? Tabi ki bu mümkün. Ancak öyle bir yaşam standartı oluşturmalıyız ki, öncelikle bu sektörde çalışan insanların sigortalarını devlet karşılamalı, onlara demeli ki: Sen köyünde kal, bana üret, 84 milyonun yiyeceği ve içeceği ile ilgili destek ol... Onların elde ettikleri mamüllerin karşılığını ceplerine koyabilirseniz bu insanlar köylerinde kalıp üretimlerine devam ederler. Bunu sağlarken bizim artık üreticimizi bilinçlendirmemiz lazım. Üretimin artık babadan, dededen kalma bilgilerle yürümesi mümkün değil; verim düşük, kalite düşük. Sizin mutlaka kaliteyi yakalayıp, üretiminizi arttırmanız lazım. Eski methodla yeni dünyaya hitap edemezsiniz. Üreticimize eğitim desteği vererek onlara daha iyi, daha hijyenik, daha güvenilir üretim ortamı sağlamamız gerekli.


''Paramız varsa ithalat yaparız'' düşüncesi doğru değil


Siz üreticinin elde ettiği emeğin karşılığını vermezseniz, üreticiye güvence vermezseniz bu üretici başka yerlerde yaşam güvencesini arar. Doğal olarak siz insanları üretimden koparırsanız bizi dışarıya muhtaç edersiniz. Örneğin biz yeşil mercimeği, nohutu dışarıya ihraç eden ülkeydik. Şimdi  biz bunların hepsini ithal ediyoruz. ''Paramız varsa ithalat yaparız'' düşüncesi doğru değil. Bu çok tehlikeli bir şey. Siz sürekli ithalata dayalı sistemle toplumu besleyemezsiniz. Gıdayı mutlaka kendi üreticinizle sağlayın. Üretim çok önemli, özellikle yerli üretime önem vermemiz lazım. Tıpkı cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi, yani yerli malı haftaları yapılırdı, yerli malı tüketimiyle ilgili bize okulda bize bilgiler verilirdi, bu çok önemli. Bu bir devlet politikası. Devlet burada özel sektör ile birlikte bir lokomotif görevi görürse bizim toplumumuz pekala bir süre sonra buna değer verebilir, alışkanlıklarını değiştirebilir, bunları dikkate alabilir. Devletin burada öncü bir rol oynaması gerekiyor.


''Tunç Bey ufku geniş bir yöneticimiz''


İzmir, Türkiye ölçeğinde şanslı bir kent, duyarlı, farkındalığı yüksek bir kent. Tarım ve hayvancılık konusunda İzmir üreticileri daha bilinçli. Toprağı, ortamı da verimli. İnsanı da farkındalık olarak pek çok şeyi başarabiliyor. Hem Türkiye'de hem dünyada isim yapmış Tire Süt Kooparatif. Ödül almış bir kooparatif. Ürettiği mamüllerin hepsi çok kalitelidir, güvenilirdir, hiçbir ticari kaygısı yoktur. Olumsuz da onlarca model var, eğer kooparatifçilik yasaların da belirttiği gibi toplumun beklentilerine yanıt verecek bir işleyişin içindeyse bu çok doğru bir şey ancak Türkiye'de çokça kooparatif amacına uygun çalışmamakta. Böyle olmamalı... İzmir Büyüşehir Belediyesi özellikle Tunç Bey döneminde, Tunç Bey ufku geniş bir yöneticimiz. Tunç Bey mevcut modeli geliştirerek, daha aktive ederek, daha verimli hale getirerek, aynı zamanda üreticinin tarlasından, ahırından başlayarak vatandaşın sofrasına kadar olan zinciri güvence almak istiyor. Tunç Bey buna işaret ediyor ''başka bir tarım mümkün'' diyerek... Bu hem üretici için çok önem kazanacak hem de tüketici sağlıklı, güvenilir ve hijyenik ürünü uygun fiyatlarla elde edebileceksiniz. 

''Türkiye'de kaybeden iki kesim var; üretici ve tüketici''

Üretici ve tüketiciler hiçbir zaman örgütlenemediler. Biz üreticiler; sütü biz en zor koşullarda üretiyoruz ama biz üretici olarak kendi ürünümüzün fiyatını belirleyemiyoruz. Üreticinin hak ettiği emeğinin karşılığını vermeliyiz. Birçok Avrupa ülkesinde, Amerika'da ciddi finansak bir problem yok, üretici çiftçi zor duruma düştüğü zaman devlet hemen desteklerini devreye sokar. Onun yaşam standartlarını diğer toplum kesitleriyle aynı seviyede tutar. Örneğin bir işletmeci akşam lüks arabasına binip herkesle aynı restoranda yemeğini yiyebiliyor... Avrupa ve Amerika'da doğanın da onlara verdiği olanaklar var.. Avrupa'da ülkelerde yılda üç kez çayır otu biçerek hayvanlarına bunu yediriyorlar. Bunun hiçbir üretim maliyeti yok... Türkiye'ye geldiğinizde biz her şeyi parayla üretiyoruz, tarlayı sürüyoruz, tohumu atıyoruz, ilaçlamayı, gübrelemeyi yapıyoruz, sürekli suluyoruz.. Bütün bunları biz paraya dayalı yapıyoruz. Bizim maliyetlerimiz Avrupa ve Amerika'ya göre çok yüksek... Orada doğanın onlara verdiği olanaklar nedeniyle maliyetleri düşük. Bir yandan devlet onların yanında. Ek ödeme alıyorlar, sebebi pandemi döneminde moralleri bozulmasın... Yeter ki üretime devam etsinler... Türkiye'de bu tam tersi... Türkiye'deki üretimin maliyeti, emek gücü daha yüksek, aynı zamanda hiçbir güvencesi yok. 

Editör: TE Bilişim