Son Mühür / Yağmur Daştan - Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milli Savunma Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu, Türkiye’nin ‘milli savunma’ gücünü Son Mühür’e yorumladı. Ülkenin milli savunma hamlelerinin son 23 yılda yapıldığı noktasında algı oluşturulmaya çalışıldığının altını çizen Bağcıoğlu, savunma sanayisinin tüm Cumhuriyet hükümetlerinin eseri olduğunun altını çizdi. Bağcıoğlu, S-400–F-35 krizinden hava kuvvetlerinin geleceğine, Yunanistan–İsrail hattında gelişen yeni risklerden Suriye politikasına kadar pek çok başlıkta çarpıcı uyarılarda bulundu.
‘Kimileri canlarıyla kimileri kanlarıyla ödedi’

Türkiye’nin savunma sanayisinin 1973’ten beri devam eden tüm Cumhuriyet hükümetlerinin ortak eseri olduğunu; temellerinin ise 1925’te atıldığını söyleyen Bağcıoğlu, “TUSAŞ’tan ASELSAN’a... Bunlar Cumhuriyet’in son 50 yılının eserleri. Temelleri esasında 1925’te atılıyor; 1973’te bu noktaya geliyorlar. Dolayısıyla savunma şirketlerimiz 50 yıllık şirketler. Bunlar, Cumhuriyet hükümetlerinin ve Türk milletinin bağışlarıyla, katkılarıyla, vergileriyle oluşturulan ortak eserleri. Savunma sanayi ürünü geliştirmek için bir konsept de geliştirmek lazım. Bir tecrübe ve bilgi birikimi olması lazım. Türk Silahlı Kuvvetleleri’nin kahraman personelleri, şehitler, gaziler kanlarıyla canlarıyla bu konsepti oluşturdular. Dördüncüsü de bu FETÖ kumpaslarında özellikle deniz kuvvetleri çok hedef alındı. Özellikle projelerde kullanılan personel... Onların eseri. Kimileri canlarıyla ödediler; hapishanelerde, zindanlarda oldular. Çıkarıldıktan sonra kanser olup vefat edenler, hapisteyken vefat edenler var. O yüzden biz aslan payının bu dört maddede açıkladığım grupta olduğunu değerlendiriyor ve kabul ediyoruz” dedi.
‘Savunma sanayi iktidarımızda asla akamete uğramayacak’

“Kimsenin bu başarıları son 20 ila 25 yılın ürünü olarak kabul etmemesini şiddetle tavsiye ediyoruz” sözleriyle devam eden CHP’li Bağcıoğlu, “Bunlar, Türk Milleti’nin ortak eseridir. Örneğin, ‘milli gemi’ projelerimiz var; Romanya’ya, Ukrayna’ya gemi satıyoruz. Mesela Karadeniz ‘milli gemi denizi’ olacak. Türkiye’nin milli gemileri orada, Romanya’nın gemileri orada. Yeni sattık ‘Akhisar’ gemisini. Bu gemilerin tasarımları, konsept geliştirme çalışmaları 1993 yılında başladı. TCG Anadolu denilen, seçimden önce bütün limanları dolaştırılan ve adeta bir ‘seçim otobüsü’ haline getirilen gemi, 1993 ila 1995’lerde ‘açık deniz’ konsepti ile ortaya çıktı. TCG Anadolu’nun teklif ve çağrı dosyası 2000 yılında yani 2002’den önce. Dolayısıyla burada günümüzün gururunu yaşarken geçmişe de vefa duygumuzu kaybetmemeliyiz. Geçmişte bir ‘toplu iğne fabrikası bile yok’ denilirken; o geçmiş 1970’lerde denizaltıları tasarlıyordu. Tabii şu anki teknolojiden daha geri ancak hücum botlarını yapmışlar 1970’lerde. Dolayısıyla bu vefa duygusunu kaybetmememiz gerekiyor. İşin özü: savunma sanayine büyük önem veriyoruz. Savunma sanayi bizim iktidarımızda asla akamete uğramayacak; bilakis daha da ileriye götürülecek bir sektör olacak” diye konuştu.
‘Hiçbir kuruma ya da şirkete dair önyargımız yok’ Kızılelma’nın büyük başarısı…

Milli güvenlik ve savunma konusunda aylık brifing düzenlediklerini belirten Bağcıoğlu, yakın zamanda dördüncü brifinglerini gerçekleştirdiklerini söyledi. Türk savunma sanayisinin gelişmesi için çalışmalarını yürüten şirketlerden de bahseden Bağcıoğlu, ileride bu şirketlerin sayısının artırılması gerektiği vurgusu yaptı. Bağcıoğlu, şunları söyledi: “100 savunma şirketi arasında ASELSAN, Makine Kimya Endüstrisi, BAYKAR, TUSAŞ’ın gibi şirketlerimiz var. Örneğin, Kızılelma’nın muadili ANKA-3 var. Bunlardan birini TUSAŞ diğerini ise BAYKAR üretiyor. İkisi de çok olumlu şekilde ilerliyor. BAYKAR’ın yaptığı Kızılelma; burada ASELSAN ve TÜBİTAK’ın da katkısı var. Diğer devletler de bu tip sistemler üretiyor ama Kızılelma’nın en son başarısı şu: Üzerine takılan milli sistemlerle hedefi tespit ediyor; kimliklendiriyor ve o hedefe kendi imkanlarıyla bir füze fırlatıyor. Dolayısıyla büyük başarı. Tabii bunlar ilk çerçevedeki testler; elbette çok da önemliler. Savunma sanayisinde ister özel isterse devlet kuruluşu olsun bu konuda gerçekten faydalı olacak bütün şirket ve kurumlarımızı gönülden destekleyeceğiz. Hiçbir kuruma ya da şirkete karşı ön yargımız yok. Önemli olan Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ve menfaatlerini korumak, bu yolda ilerlemelerini sağlamak. Gönül ister ki örneğin BAYKAR gibi insansız kara araçları yapabilen daha fazla Türk firması çıksın, onu da destekleyelim.”
“S-400 ve F-35 bilmecesi çözülmeli”
Türkiye’nin 2017 yılında Rusya’dan aldığı S-400 hava savunma sistemi nedeniyle ABD tarafından F-35 programından çıkarılması sonrası başlayan kriz, yeni temaslarla yeniden hareketlendi. ABD, Ankara’nın F-35’e dönüşü için S-400’lerden tamamen vazgeçilmesini şart koşarken; Türkiye’de sistemlerin hala envanterde olduğu ancak görüşmelerin de sürdüğü biliniyor. Yaşanan süreçlerle ilgili dikkatleri çeken açıklamalarda bulunan CHP’li Bağcıoğlu, “S-400 ve F-35 ikilemi artık bir bilmece haline geldi” dedi. “Şu anda bu bilmecenin bir an önce çözülmesi gerekiyor” mesajı veren Bağcıoğlu, şu ifadeleri kullandı:
“Çözüldü deniyor ve bir adım atılıyor arkasından ABD başka bir şey söyleyip başka yönlendirmeler yapıyor. S-400, 2 buçuk milyar dolara alınan bir sistem. Hiçbir harekat ve etki analizi, simülasyonu yapılmadan tamamen politik kararla alınmıştı. Değişik gerekçeler ortaya konulabilir… Fakat burada S-400’ün yarattığı etkiyi düşünmemiz lazım. Aldık, ne oldu? 2 buçuk milyar doları oraya verdik. Peki bize ne kaybettirdi? Bence en önemlisi bu yaptırımların etkisi sadece F35 değil, birçok bileşeni de alamadık. Savunma sanayimizdeki birçok kritik sistem de yaptırıma tabii oldu. Yaptırımdan ziyade milli hava savunma sistemlerimizin geliştirilmesini geciktirdi. 2 buçuk milyar doları ve insan gücünü şu anda gurur duyduğumuz çelik kubbeyi oluşturacak bileşenlere verseydik belki de ‘Hisar’ ve ‘Siper’ şu anki durumundan yıllar önce gelişmiş hale gelecekti. Kısacası hem yaptırımlara tabi olduk hem de milli hava savunma sistemlerimizin geliştirilmesi gecikti.

“S-400’ü dışarıya çıkardıklarında bu nasıl bağımsızlık nasıl milli gurur olacak?”
F-35’de de şöyle bir durum var: Lojistik tedarik zinciri ve görev kontrol açısından harekat bağımsızlığı olmayan bir uçak olduğunu söylüyorlar. Tabii bunlar değişik uzmanların, değişik yerlerden okuyup elde ettiği bilgiler. Burada biz nihai kararı Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın vermesi gerektiğini düşünüyoruz. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın oraya gidip uçmuş, eğitim görmüş pilotları var. Hava Kuvvetleri Komutanlığı harekat ihtiyacını en iyi bilen kuvvet, yıllardır bunun üzerinde çalışıyorlar. Dolayısıyla S-400 ve F-35 ikilemine bir an önce çözüm bulmamız lazım. Ya tamam diyeceğiz ve paramızı verdiğimiz uçakları vermelerini isteyeceğiz, verirlerse, ‘S-400’ü devam ettireceğiz’ diyeceğiz ya da bir şekilde ülke dışına mı çıkaracak, başka bir yere mi göndereceğiz ona karar vereceğiz. Artık bu sürüncemede kalan olayı çözmemiz gerekiyor. Nasıl olacak onu da bilemiyoruz. ‘S-400 sistemini almayın, sıkıntı yaratır’ denirken alındı ve ‘Milli egemenliğimiz, bağımsızlığımız’ denildi. Yarın öbür gün S-400’ü Amerikan Büyükelçisi’nin telkini ile dışarıya çıkardıklarında bu nasıl bir bağımsızlık nasıl bir milli gurur olacak? Bunları da düşünmemiz lazım.”
“Kaan’ın tam kabiliyetine ulaşması 2035’i bulacak”

Türkiye ABD ile F-35 ve F-16 savaş uçakları için görüşmeler sürerken diğer yandan İngiltere ile 20 adet Eurofighter alımı için anlaşma da imzaladı.
Bu gelişmeleri de değerlendiren Bağcıoğlu, şöyle konuştu: “Son 20 ila 25 yıldır Türk Hava Kuvvetleri’nin envanterine sadece 30 tane F-16 girdi. Ancak bunun yanında Yunanistan Fransa’dan Rafale uçakları aldı, F-16’larını modernize ediyor, 2028’de gelecek şekilde F-35 anlaşması imzaladı. Rusya’nın zaten kendi endüstrisi var. Mısır, Rafale aldı, Rusya’dan uçaklar alıyor. İsrail, F-35 filolarının üzerine filo katıyor. Çevremizdeki devletler kendilerini geliştirirken biz sadece 30 tane F-16’yı envantere sokabildik. Diğerleri özgün modernizasyonu ile F-16’ları üst seviyeye çıkarırken bizler aldığımız bilgilere göre yine bunda geride kaldık. Muharip hava gücünde bir zafiyet var. Bu nasıl telafi edilecek? Kaan’ın gelmesine de yıllar var... Kendi milli motorumuz 2034’dü bulacak gibi görünüyor. Kaan’ın tam hareket kabiliyetine ulaşması da muhtemelen 2035’i bulacak gibi. Şöyle bir algı var, ‘Kaan uçacak hava kuvvetlerine teslim edilecek.’ Kaan’ın her irtifada, her manevrada, her şartta denenmesi lazım. İlk olarak başlangıç hareket kabiliyeti var bir de son hareket kabiliyeti var. İkisi arasında Kaan’ın geliştirilmesi, sistemlerin denenmesi gerekiyor. Dolayısıyla önümüze 2035 tarihi çıkıyor. Buna kadar da mevcut hava gücünün zorunlu olarak modernize edilmesi gerekiyordu.
“Eurofighter Tayphoon’un bir an önce envantere girmesini bekliyoruz”

F-16 Block 70, Amerika’dan tedarik edilmeye kalkıldı ama sanırım fiyatta anlaşılmadı, öyle bir sıkıntı var. F-35’de durum malum. Fransa’nın elinde Rafale var, Avrupa Konsorsiyumu’nda Eurofighter Typhoon var. Rafale’yi alamayacağımıza göre; Eurofighter Tayphoon alımı en mantıklı çözüm olarak ortaya çıktı. Burada CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in açıklamalarının gerekse dış işleri delegasyonundaki milletvekillerimiz ve genel başkanlarımızın muhataplarına iletmeleri gerekse Ekrem İmamoğlu’nun cezaevinden yazdığı mektuplar neticesinde Almanya’nın vetosunun kırılarak yumuşadığını düşünüyoruz. Şu anda sıfır Eurofighter Typhoon alımı ile Katar’dan sıfıra yakın az kullanılmış Typhoon alanında önemli gelişmeler olduğunu biliyoruz. Bir an önce envantere girmelerini bekliyoruz.
Aşil Kalkanı çıkışı: Yunan-GKRY ve İsrail İttifakı oluştu

Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki... Kuzeyimizde savaş, Ege ve Doğu Akdeniz’de her an bir oldu bitti olabilir. Suriye’de her yönüyle bir istikrarsızlık devam ediyor, patlamaya hazır bir bomba. Her ne kadar Batı, Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’nın Suriye yönetimini elinde bulundurduğunu söylese de, batıda Arap Alevileri’ne yönelik baskılar, güneyde İsrail Dürzilere destek, yukarıda SDG YPG’lerin durumu orta Suriye’de İŞİD’in durumu... Böylesi bir coğrafyada hava ve deniz gücünün durumu çok önemli. Bunun yanında Yunanistan İsrail’den hava savunma sistemleri aldı; Barak MX’in üzerinde bir radar var, barış durumunda Türkiye sahillerini uzun menzilli olarak gözetleyebilir. Bu ağ destek yeteneği ile İsrail’e bilgi aktarabilir. İsrail hiçbir unsur uçurmadan, hiçbir gayret göstermeden Türkiye’nin hava faaliyetlerini bu radar vasıtasıyla takip edebilir. Aynı şeyi şimdi ‘Aşil Kalkanı’ diye Ege Adaları’na kuruyorlar. Yine bunu Yunanistan İsrail’den alıyor. Bu şekilde de İsrail devreye girebilir. Ege ve Doğu Akdeniz’de zaten Yunan GKRY ittifakı ve örtülü desteği vardı. Şu an açık açık Yunan- GKRY ve İsrail ittifakı oluştu. Bu şartlar altında deniz ve hava kuvvetlerimizin mutlaka geliştirilmesi lazım.
“Yeniden F-35’in muhteşem bir uçak olma ihtimalini hatırladılar”

F-35’de hareket bağımsızlığı nedeniyle kimi uzmanlar ve emekli generaller karşı çıkıyor ama bunun kararını verecek olan Hava Kuvvetleri Komutanlığı. Ben hala en az iki filo F-35’in tedarik edilmesinden yanayım. Çünkü herkeste F-35 var, onların imkanların imkan ve kabiliyetlerini görmek; Kaan’ı geliştirirken onlardan faydalanmak en önemlisi de TCG Anadolu’nun üzerine F-35’in üzerine B varyantı konuşlanabilir. 12 tane F-35B ile TCG Anadolu bir uçak gemisi haline gelebilir. ‘F-35 uçan teneke’ gibi yaklaşımlar vardı; F-35 programından çıktıktan sonra iktidara yakın sosyal medya trollerince bu başlamıştı. Şimdi F-35’e dönme ihtimalimiz var; yeniden onun muhteşem bir uçak olma ihtimalini hatırladılar. Bizim yaklaşımımız savunma sanayinde iç politikaya yönelik popülist söylemler yerine akılcı ve tutarlı değerlendirmeler yapılması.”
“Toprak bütünlüğü korunmuş Suriye, Türkiye için en güvenlisi”
Türkiye’nin Suriye politikasına yönelik de dikkatleri çeken değerlendirmelerde bulunan Bağcıoğlu, şunları söyledi:
“Suriye’de, herhalde milli menfaatleri düşünen bir iktidarın yaklaşımı da böyle olmadı, o bölgenin toprak bütünlüğü esas. İç istikrarını sağlamış, toprak bütünlüğünü elinde tutmuş bir Suriye, Türkiye için en güvenli Suriye olacaktır. Fakat şu anda mevcut durumda; Batı’da Arap Alevilerine yönelik tacizler devam ediyor. ESAD rejiminden kalanlar bu durumu manipüle ederek silah yardımı ve diğer provokasyonlarla Arap Alevilerini örgütlemeye çalışıyorlar. Aynen, güney Suriye’deki Dürzilerin olduğu gibi... Onlar da İsrail desteğiyle kısmi özerklik durumuna geldiler. SDG YPG şu anda Suriye hükümetine katılmayı kabul etmiyor, başka entegrasyon önerileri var. Başından beri karşı çıkılan bir durumdu; kuvvet bütünlüğü şeklinde katılmaları değil de bireysel olarak katılmaları söyleniyordu. Bu nasıl olacak o da ayrı bir soru işareti. Suriye hükümet ordusunun sayısı belli SDG YPG’nin elindeki unsur sayısı belli. Kim kime katılacak onu değerlendirmek lazım. Dolayısıyla Suriye karışık bir durum içinde. Temel yaklaşım elbette Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve merkezi bir otoritenin kontrol altına alması ancak bütün grupların haklarının korunması... İkinci şart da Suriye’den ister devlet ister devlet dışı oluşumun Türkiye’ye tehdit olma durumunun engellenmesi. Bu, hakikaten bu coğrafyada çok zor görülecek bir durum.

“Ülke menfaatleri öncelenerek tedbirler alınmalı”
SDG YPG, ABD’den hem siyasi hem ekonomi hem de askeri destek alıyor, İsrail’den de örtülü destek alıyor. Bu durumda, eski statükocu yaklaşımlara kalınmayıp değişen duruma göre dinamik tedbirler alınmalı. Fakat bu tutarlı ve bağımsız bir dış politika ile mümkün. Suriye konusunda kontrolü tamamen ABD’ye bırakıp dalgada sürüklenen bir yelkenli durumuna düşmememiz lazım. Bizim tavsiyemiz ülke menfaatlerinin burada da öncelenmesi ve Türkiye’ye bugün ya da gelecekte bir tehdit oluşturmayacak şekilde tedbir alınması. Burada siyasi, ekonomik ve askeri gücümüz var. Milli güç unsurlarımız gerektiği yerde stratejik şekilde kullanılırsa müttefiklerimiz de bu konularda ikna edilebilir.”





