Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de her yıl on binlerce kritik hasta, yaşamla yaşam kaybı arasındaki çizgide yoğun bakım ünitelerinde tedavi görüyor. Modern yoğun bakımın doğum günü olarak kabul edilen 27 Ağustos’un 73’üncü yılında konuşan Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı Yoğun Bakım Uzmanı Prof. Dr. Tuğhan Utku, “Yoğun bakımlar sadece teknolojiyle değil, insan emeğiyle hayat kurtaran alanlardır. Pandemilerde gördük ki bu üniteler, sağlık sisteminin son savunma hattıdır” dedi.

1952’de kurtarılan ilk hasta Vivi Ebert’in modern yoğun bakımın sembol ismi olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Utku, “Vivi, yıllarca makine desteğiyle yaşadı, eğitimini sürdürdü, yazılar yazdı, resimler yaptı. 1971’de yaşamını yitirdi ancak onun hikâyesi bugün milyonlarca insana umut olan bir bilimin başlangıcını simgeliyor” diye konuştu.

Teknoloji ve insan gücünün buluştuğu alan

Yoğun bakım ünitelerinin yalnızca hayat kurtarmakla kalmayıp modern tıbbın etik, teknolojik ve bilimsel gelişiminde de öncü rol oynadığını belirten Prof. Dr. Utku, “Hastalar, 7 gün 24 saat kesintisiz hekim ve hemşire gözetiminde tutuluyor. Mekanik ventilatör, hemodiyaliz, ECMO gibi ileri teknolojiler multidisipliner ekip çalışmasıyla birleşiyor. Bu nedenle yoğun bakım üniteleri, sağlık sisteminin ‘son savunma hattı’ konumunda” dedi.

“Yatak değil, ekip hayat kurtarır”

Yoğun bakımda verilen kararların saniyeler içinde sonuç doğurduğunu vurgulayan Prof. Dr. Utku, “Yoğun bakımda yatak değil, ekip hayat kurtarır” ifadesini kullandı.

Türkiye’de yoğun bakım tablosu

Sağlık Bakanlığı 2023 verilerine göre Türkiye’de 1.566 hastanede toplam 48 bin 966 yoğun bakım yatağı bulunuyor. Bu sayı, toplam hastane yataklarının yaklaşık yüzde 18’ini oluşturuyor. Yatakların yüzde 50’si Sağlık Bakanlığı, yüzde 14’ü üniversite, yüzde 35’i özel hastanelerde yer alıyor. Türkiye’deki yoğun bakım yataklarının yaklaşık yüzde 20’si İstanbul’da, Marmara Bölgesi genelinde ise toplam kapasitenin yüzde 30’una yakını bulunuyor.

Prof. Dr. Utku, sayıların güçlü görünmesine rağmen dağılımda dengesizlikler olduğunu belirterek, “Bazı bölgelerde yatak bulmak zor, bazılarında ise daha kolay. Ayrıca palyatif bakım gerektiren veya yoğun bakımdan fayda görmeyecek hastaların bu alanlarda tutulması, kaynakların verimli kullanılmasını engelliyor” dedi.

Yanlış algılar devam ediyor

Yoğun bakımın ölüm ve yaşam arasındaki çizgiyi yeniden tanımladığını söyleyen Prof. Dr. Utku, toplumda ve hatta bazı sağlık çalışanları arasında yanlış inanışların sürdüğünü belirtti: “Yoğun bakımlar her durumda yaşam garantisi sunmaz. Yüksek teknoloji ve uzmanlık sağlansa da yaşam kaybı oranı hâlâ yüksektir. Cihazlar organ desteği sağlar, ancak tedavi ekibin kararı ve hastanın biyolojik rezervine bağlıdır. Asıl tedavi, sürekli izlem, doğru klinik kararlar, ekip çalışması ve zamanında müdahaledir.”

Bir başka yanlış algının, yoğun bakım hastalarının iletişim kuramadığı yönünde olduğunu aktaran Prof. Dr. Utku, “Birçok yoğun bakım hastası bilinçlidir, çevresini algılar, acı ve kaygı hisseder. İletişim, yoğun bakımın önemli bir parçasıdır. Ayrıca bu üniteler yalnızca son aşama yeri değildir. Birçok hasta iyileşerek normal servise döner” dedi.

Bir nefesle başlayan yolculuk

“27 Ağustos 1952’de bir çocuğun nefesi ve bir hekimin cesaretiyle başlayan hikâye, bugün sağlık sisteminin en güçlü dayanaklarından birine dönüştü” diyen Prof. Dr. Utku, 27 Ağustos’un yalnızca yoğun bakımın kuruluş yıldönümü değil, sağlık çalışanlarının da hatırlandığı bir gün olması gerektiğini söyledi. “Björn Ibsen’i ve bu alanda emek veren tüm sağlık çalışanlarını saygıyla anıyoruz” dedi.

Yoğun Bakım-2

Kaynak: İHA