Irk, ulus, etnik köken, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlüklere ‘’İnsan Hakları’’ denir. İnsan ve insan haklarına ilişkin hassasiyetleri felsefi düzlemde ilk defa dile getirenin sofizm olduğunu biliyor muydunuz' 


Sonrasında yüzyıllar içinde gelişen toplumlar ve ortaya çıkan ihtiyaçlar ve korkulara sebep 17. ve 18. yüzyıllarda Birinci kuşak haklar (Kişisel ve siyasal), sanayileşme ile birlikte İkinci kuşak haklar (Ekonomik, sosyal ve kültürel), doğal hukuk anlayışının sonucu Üçüncü kuşak haklar (Kolektif haklar veya uzlaşma hakları) ve son olarak bilim ve teknolojinin gelişimine bağlı olarak ortaya çıkabilecek olan her türü olumsuz gelişmeye karşı Dördüncü kuşak (Bilgi toplumu) insan hakları ortaya çıkmıştır.
Yakın geçmişimizde erkek, kadın ve çocukların temel insan hak ve özgürlüklerinin belirlendiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından benimsenmiştir. Bu bildirge birçok ulusal ve uluslararası yasanın temelini oluşturur. İnsan haklarının ulusal düzeyde korunması 18. yüzyılda anayasalar ile başlamıştır. İnsan haklarının korunması için hukuk oluşturmakla yükümlü olan ise devlettir.


Günümüzde ise İzmir İnsan Haklarının Başkenti Projesi kapsamındaki protokol geçtiğimiz 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü'nde törenle imzalandı. İlk kez bir belediyenin bu da bizim için ne büyük bir gururdur ki İzmir Büyükşehir Belediyesinin adalete erişim konusunda kaynak ayırdığını görüyoruz. Dünya tarihine baktığımızda evrimleşmenin doğal bir süreci olarak insanoğlu her zaman gelişen ve değişen insanlığa ayak uydurmuştur. Ancak çağdaşlaşmak ve ileri düşünmek adına gelişen teknolojiye sadece ayak durmak yetmez aynı zamanda insan olmamızın gerekliliği olan en temel değerlerimizi korumak gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde 48 bine yakın verilmesi gereken karar olduğu ve bunların 8 bine yakınının sadece Türkiye’ye ait olduğu biliniyor. Bu çok ciddi bir rakam. Ülkemiz yanlış yönetim sebebi ile bu kadar hak ihlaliyle karşı karşıyayken bu protokolün imzalanması ülkemiz adına çok umut verici olmuştur. Bu imzalanan protokolde ilk kez bir belediye, kentte yaşayan dezavantajlı vatandaşların adalete erişimini sağlamak için böyle bir adım atmış oldu. Bu protokolün esas amacı İzmir’i İnsan Hakları konusunda marka kent yapmak ve adeta bir piramidin katları gibi ilçelerimizden ilimize ilimizden de bütün Türkiye’ye yayılacak bir sistem sağlamaktır. Bu sistem dezavantajlı vatandaşlarımıza hukuki ve sosyal imkanlar sağlayacaktır.
Her bireyin eşit bir şekilde sağlığa erişim hakki vardır. Pandemi döneminde ülkemizdeki mevcut yönetimle var olması güçleşen insan hakları daha da erozyona uğradı. En basiti pandemi döneminde siyasal iktidarın getirdiği ücretsiz izinle ailesine bakmakla yükümlü milyonlarca işçi mağdur edildi. Bunun yanında esnafımız kan ağlıyor, kira desteği yok vergiler alınmaya devam ediyor. Bu mağduriyetler karşısında başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak üzere pek çok ildeki Büyükşehir belediyeleri esnafları için maddi destek sağlamaya çalışıyor. Pandemi öğrenciler için okullardaki eğitimin evden devam etme kararının alındığı süre boyunca eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak için maddi durumu olmayan öğrencilere tablet kampanyaları düzenlendi. Covid- 19 sebebiyle ihtiyacı olan vatandaşlarımıza ihtiyaç kolileri dağıtıldı. 


Ancak bir yandan dayanışma ve yardımlaşmanın böylesine birlik ve güçlü şekilde yapıldığına şahit olurken bir yandan da maalesef Sağlık Bakanlığı tarafından televizyonlara aktarılan rakamların gerçeği yansıtmadığını Tabipler Birliğinin açıklamasıyla öğrenmiş olduk. Covid-19 sebebiyle vefat edenlerin ölüm raporlarına ise gerçek ölüm sebebinin değil bulaşıcı hastalık, zatürre, kalp krizi şeklinde yanıltıcı sebeplerin geçirildiği ve evde tedavi edilen vatandaşlarımızın evde tedavilerinin yapılmadığına dair beyanlarda azımsanmayacak kadar çok ve maalesef belgeli.  


Salgının başında ilk verilen sokağa çıkma yasağı kararını hatırlayalım. Yasağa 2 saat kala insanlara haber verildi ve insanlar panikle sokağa fırladı. Bu derece öngörüsüz ve bilinçsizce yapılan yasakla sadece Covid-19’un yayılmasına sebep olunuldu. Sadece bu da değil salgında kalabalık düğünler, mitingler, il kongrelerini gerçekleştirilirken baro seçimine ve eylemlere yasak getirildi. Geçenlerde bir haber izledim. Bir ailede anne Covid-19 olmuş ve hane içinde haliyle anneyle temaslı kişiler var. Eve sağlık ekipleri geliyor Covid-19’lu anneye test yapıyorlar babayı da hastaneye gönderiyorlar. Şahsi aracı olmayan baba toplu taşımaya biniyor, Covid-19 testi kuyruğuna giriyor ve muhabir babayı o kuyrukta yakalıyor. Bu şekilde insanlarla dalga geçerek salgın engellenmez, engellenemez.  Gerekli tedbirler alınmadı, alınmadığı gibi hem eğitim hem  ekonomik hem de hukuki yönlerden siyasal iktidar vatandaşın yanında olmadı, vatandaşlarımız bu noktada mağdur edildi. Kısaca siyasal iktidar her yönden sınıfta kaldı.


Baro seçimlerine yasak getirildi demiştim. Fakat aynı dönem çoklu baronun kurulmasının önündeki engel kaldırılarak aslında bir çok zafiyetinde önü açılmış oldu. En basiti Çoklu Baro sisteminin dezavantajlarından sadece biri olan Baronun STK ve Yerel yönetim işbirlikleri ile yapacağı sosyal projelerin zayıflayacağı kaygısını taşıyorum bu durum illerden ile değişeceği gibi kurulan baronun siyasi düşüncesine göre de değişiklik gösterecektir. İnsan Haklarının savunucusu olması gereken bir meslek örgütünün ayrıştırılarak siyasi bir rant haline gelmesine sebep olanlar yüzünden baroların parçalanmasından en çok etkilenen kesim şüphesiz ki vatandaşlarımız olacaktır.  Baro sadece bir meslek örgütü değildir baro demek kadın hakları, çocuk hakları, adli yardım, göç ve iltica demektir. Bunların her birinden dezavantajlı bireyler faydalanmaktadır. Bunların her birinden aslında hepimiz faydalanmaktayız.


Anayasanın verdiği yetkiyle hukuka, insan haklarına, laikliğe denetim yapabilecek en iyi mekanizmalardan biri olan barolar iktidarı denetleyebilecek en iyi mekanizmalardan birisidir.  Bu sebeple yandaş baro anlayışıyla yapılan bu düzenleme kesinlikle hak ihlallerine yol açacaktır.
Kadın Hakları, İşçi Hakları, Çocuk Hakları, Hayvan Hakları gibi günlerin kutlanmasına her zaman karşı çıkmışımdır. Bu günlerin insanları sadece ayrıştırdığını ve bir takım öfkeli kesimi birbirine düşürmekten başka bir şeye yaramadığını bunun yanında bu hayatta her canlının eşit hakka sahip olduğunu ve saygı sevgi çerçevesinde dünyadaki yaşadığımız süreyi iyi değerlendirip geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ancak her ne kadar bu görüşte olsam da 2018 yılında 403 kadın, 2019 yılında 416 kadın, 2020 yılı Kasım ayına kadar 361 kadının öldürülmesi gerçeğine göz yumamayan duyarlı bir vatandaş ve hukukçu olarak insanca yaşamak için ‘’Dünya İnsan Hakları Günü’’nün kutlanmasına ve hukukun üstünlüğüne her zamankinden çok ihtiyaç duyuyorum.  Herkese, milattan önce ihtiyaç duyulmuş, yüzyıllar boyunca üzerine çalışmalar yapılmış, günümüzde halen daha iyileştirilmeye çalışılan İnsan Hakları gibi önemli bir kavramı siyasi çıkarlarımız uğruna heba etmeyeceğimiz, hukukun üstünlüğüne inanacağımız sağlıklı günler diliyorum.