GÜNDEM HABERLERİ

"Ekonomik koşullara mı yoksa Ruandalılara mı öfkeliyiz?"

Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik kriz, sığınmacı sorunu ve beyin göçü şeklinde sıralanabilecek sosyal sorunlar, tansiyonu yüksek bir seviyede tartışılmaya devam ederken, Ruanda'dan geleceği öne sürülen yeni göç dalgasının, toplumda yaratacağı etkileri Prof. Dr. Kamuran Elbeyoğlu Son Mühür'e anlattı.

Abone Ol

ALPER TEMİZ - 2011'in Mart ayında başlayan Suriye İç Savaşı ile birlikte, Türkiye ve Avrupa'ya doğru yoğun bir göç dalgası yaşanmaya başladı. Özellikle Suriye'ye sınır komşusu olan ülkeler arasında Türkiye, Suriye'deki iç savaşın vahşetinden uzaklaşmak isteyenlerin, en yoğun uğrak noktası olmuştu. Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) yaşanan göç ve Türkiye'nin sığınmacı kapasitesini göz önünde bulundurarak fonlar oluşturmasına karşın, Kilis ve Gaziantep gibi illerde demografik yapının değişmeye başlaması, Türk vatandaşlarının tepkilerini azaltmaya yetmemişti. Zaman zaman işlenen cinayetler, insan kaçakçılığı ve aynı dönemlerde Suriyelilerin AB'ye, Türkiye üzerinden göç etme çabaları, özellikle Yunanistan ve Macaristan sınırında oldukça sert ve kanlı müdahalelere neden olmuştu. Ağustos 2021'de ise bu defa Afganistan'dan ABD askerlerinin çekilmesiyle oluşan otorite boşluğunu Taliban'ın doldurması, yeni bir göç dalgasını başlattı.


Trajik ve insanlık adına tümüyle etik dışı görüntüler, haber ajansları tarafından servis edilince, durumun vahameti tüm dünyada şok etkisine neden olmuştu. Ancak o dönemlerde Afganistan'dan Türkiye'ye İran sınırını geçerek giriş yapan binlerce Afganistanlı, Türkiye'de ikinci bir şok dalgası başlattı ve toplumun büyük bir kısmı tarafından bu durum eleştirildi. Aynı yıl içerisinde Mart 2021'de ise 2014'ten bu yana devam eden Rusya Ukrayna krizinin büyük bir savaşa dönüşmesiyle, Ukraynalı ve yine askere (savaşa) katılmak istemeyen Rus genç erkeklerin Türkiye'ye göç etmeye başlaması, Türkiye'deki göçmen, sığınmacı krizinin doruk noktasına ulaşmasına neden olmuş ve toplumda "Sığınmacı istemiyoruz" söylemlerinin şiddetini artırmıştı. Türkiye'de döviz kurunda yaşanan ve Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyelerine ulaşan kur artışı, enflasyonun yükselmesi ve bilhassa ekonomik kriz, toplumda daha derin çalkantılara kapı aralayarak kitlesel tepkilerin kalıplaşmasına olanak tanımıştı.


Halen devam eden bu kitlesel tepkiler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından onaylanan ve 29 Mayıs günü Resmi Gazete'de yayımlanan milletlerarası anlaşmalarla bambaşka bir boyut kazandı. Resmi Gazete'de, '24 Haziran 2019'da Ankara'da imzalanan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ruanda Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Turizm Alanında İşbirliği Anlaşması'nın onaylanmasına ilişkin kararın yayınlanmasıyla birlikte patlak veren "Ruanda'dan Türkiye'ye yeni göçmenler geliyor" tartışmaları, bazı iddilar ve bazı somut kaynaklarla da desteklenince, büyük bir krizin yine kapısının aralandığına dikkat çekildi. Artık bu konunun sosyal psikoloji bağlamında ve ciddi bir devlet politikası kapsamında ele alınması gerektiğinin altını çizen Sosyal Psikolog Prof. Dr. Kamuran Elbeyoğlu, önemli açıklamalarda bulundu.

"Koşullar, şiddeti en zayıf halkaya yöneltiyor"
Öncelikle "Beyazların siyah ya da esmer tenli insanları köle olarak kullandığı bir dönem yaşadık" diyen Prof. Elbeyoğlu, "Hem bizim tarihi geçmişimizde hem diğer devletlerin tarihinde kölelik hep vardı. Kölelik artık kamusal alanda yok, ancak kapitalizmle birlikte özellikle Afrika Kıtası'nda yer alan birçok ülkede açlık, susuzluk ve hastalıklar artış gösterdi. Dünya nüfusu 7 milyara dayandı ve sınırlı kaynaklar, sınırsız ihtiyaçları mevcut koşullarda ne seviyede karşılıyor, bilemiyoruz. Ancak en nihayetinde mikro ölçeklerde ele aldığımızda, mesela daha yoksul ülkelere odaklandığımızda, cevabı görebiliyoruz. Göç şeklinde ifade ettiğimiz olgu, tarihin her döneminde vardır. Ancak günümüzde çok şiddetli tepkilere şahit olmaktayız. Bunun birkaç nedeni var; kitleler, içinde bulunduğu kötü koşullarda hep, en zayıf halkaya karşı tepki gösterme eğilimindedir" diye konuştu.

"Ne sığınmacılar bizimle ne yapacaklarını biliyor ne de bizler onlarla"
"Türkiye'nin enflasyon altında ezildiği bir dönemdeyiz" vurgusunu yapan Prof. Elbeyoğlu, "Sığınmacılarla ilgili yükselen ve sertleşen tüm söylemleri ve faaliyetleri, ekonomideki olumsuz gelişmeleri göz ardı ederek ele alamayız. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'da artan işçi ihtiyacı, Türkiye'den karşılandı. Almanya aslında bu süreçte çok başarı olmasa da, belli bir sistem oluşturdu. Sadece göçün başlangıcı esnasında değil, sonrasında da bu sistemin dışına çıkmadı. Oraya giden Türkler için uyum çalışmaları, konu Türkler olunca hiç işlevini yitirmedi. Halen de sürer bu işlevsellik. Ancak bizde, hem birbiri ile farklı kültürdeki hem de bizden farklı kültürdeki insanların, öylece sınırdan içeriye alınması durumu var. Ne sığınmacılar bizimle ne yapacaklarını bilmiyor ne de bizler onlarla ne yapacağımızı bilmiyoruz. En önemli nokta ise ekonomik koşullar. Merkezi iktidarın, süre gelen dönemlerde yürüttüğü ekonomi politikaları ve buna yönelik bir türlü etkili önlemlerin alınamaması, toplumda mali sorunlar yaratırken, çözüm noktasında da mantıklı adımların atılamaması sinir bozucu bir durum olarak kitleleri ele geçirdi. Böyle bir ortamda sığınmacılara yönelik hem çözüm üretilememesi hem de belli bir mali çaba sarf edilmesi; 'Biz yoksullaşırken, hükümet başkalarına para harcıyor' tepkisini doğrumaya başladı. Aslında güçlü ve refah içinde yaşayan bir toplum olsaydık, muhtemelen sığınmacılara yönelik bu çok sert tepkiler, bu seviyede olmayacaktı" dedi.

Bir günah keçisi daha bulduk: Ruandalılar!
"Mevcut siyasi koşullarımız, hemen hemen her şeyi siyasallaştıran bir tabiata sahip" diyen Prof. Elbeyoğlu, şunları aktardı; "Evet, sığınmacılara ilişkin 'her şey' siyasallaştı. Milliyetçi duygular, en nihayetinde zaten savaştan kaçan ve ne yapacağını dahi bilmeyen bir kitlenin üzerine yönelmeye başladı. Türkiye'deki sığınmacılara yönelik uyum programları zaten olmamakla birlikte, enflasyondaki bu yükseliş, halkın aradığı günah keçisini kolayca yarattı; o da sığınmacılar. Merkezi hükümetin öncelikli olarak çözmesi gereken sorun, ekonomik sorunlardır. Bunu çözmeden, sığınmacılara yönelik öfkeyi sadece 'Onlara öfke göstermeyin' gibi cümlelerle çözemezsiniz. Halk enflasyona karşı büyük bir öfke güderken, bir de iş kolunda sigortasız çalıştırılmaya başlayan kayıt dışı sığınmacı işçilerin varlığı ve bunun iş verene sağladığı 'ucuz maliyet' durumu, bir 'tercih' değişkenliğine neden oldu. 'Biz zaten yoksullaştık, üzerine bir de bu sığınmacılar işimizi de elimizden aldı' düşüncesi, öfkeyi sınırı olmayan bir potansiyelde katladı. Biz ekonomik koşullara mı yoksa sığınmacılara mı öfkeliyiz? Konumuzun kilit noktalarından birisi de budur. Böyle bir durumda Ruandalı insanların Türkiye'ye göç etmesi, kitlesel öfkenin kalıcı bir öfkeye dönüşmesine de neden olabilir. Öfke, öfkeyi doğurur ve doğurdu da. Çözüm ise zaman geçtikçe daha pahalı ve daha karmaşık bir hal alır ve alıyor. Toplum ise hükümete ve politikalarına ne kadar kızarsa kızsın, öfkesini somut bir şekilde yönelteceği günah keçisi arar. Bunu da en zayıf halka olarak algıladığı kişi ya da gruba karşı yapar. Maalesef Ruandalılar; Suriyeliler ve Afganlarla birlikte bu halkanın en zayıf noktası olma adayı durumunda."