Tam İzmirli gibi bi başlık oldu. Genelde böyle konuşuruz ya biz İzmirliler; geliyorum demeyiz de “Geliyom” deriz “Gidiyom” deriz. Bazen kıssadan hisse yaparız işte. Karşımızdaki anlar ama ne demek istediğimizi; çünkü sıcaktır bizde cümleler, sıcaktır sarılmalar. Sımsıkı sarılırsın arkadaşına, dostuna. Havası gibi sohbet de sıcaktır buralarda. Hele bir de, bir kahve varsa karşılıklı. Değmeyin sohbetin güzelliğine.

Sımsıcak sohbet dolu kahve fincanını, parmaklarının ucuyla tutup yaklaştırırken yudumlamak için kokusu gelir içmeden önce. Kimi zaman hasret tüter fincandan, kimi zaman unutamadığın anılar. “Ne çok gülmüştük” dersin bir yudum aldıktan sonra, güzel günlere dönerek bir anda. Kimi zaman hüzün vardır kokusunda, dökersin seni inciten duyguları samimiyetle karşındaki dostuna. İşte o zaman daha da kıymetli olur o küçücük kahve fincanı.

Küçük olduğuna bakmayın, sihirli gibi bir şeydir kahve fincanı. Nasıl içildiğine göre de değişir tadı. İşte o an yapılan sohbetler lezzet katar her bir taneciğine kahvenin. Son yudumdan sonra değeri katlanır o küçük fincanın ve bir kırk yıl daha eklersin dostluğa. 

Sihirli dedim ya, bazen de sohbetin sonunda fincanı kapatır, şöyle bir güzelce çalkalayıp “Neyse halim, çıksın falım” diyerek eğlenceli başka bir sohbete geçersin. Kahve midir sohbeti sohbet yapan, sohbet midir kahveye lezzet katan?

Bana da Bi tane…

Ben ve kendim konuşurken de iyi gelir bir fincan kahve. O zaman dumanında hayaller kokar, umutlar kokar. Sis bulutu çökerken sessizlikte, netleşir planlarım o sihirli kokusunda. Şöyle bir oh derim ilk yudumdan sonra huzurla. Bir uyanış bir canlanma kaplar ruhumu kendimle yaptığım sohbette. Dinlenir, tazelenirim son yudumda.

40 Yıl Hatırı Var…

“Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı var” derler ya, peki nereden geliyor bu cümle? Bu konu hakkında birçok rivayet olmasına rağmen en çok anlatılanı ve kayıtlara geçmiş olanı Üsküdar Belediyesi Kültür Hizmetleri Arşivinde bulunmakta:

1895 Eminönü Yemiş İskelesi, balıkçı kahvesine giren Osmanlı Zabiti;

“Bre Yusuf!  Herkese benden okkalı bir kahve, ama şurda oturan Rum palikaryasına yok. Ona, kahvem de akçem de haramdır” der.

Yusuf kahveleri ikram eder, bir kahve de Palikarya Stelyo'nun önüne koyar. Zabit adeta kükrer. “Ben, ona haramdır demedim mi Yusuf?” Yusuf, hiç istifini bozmaz

“Kumandan, o kahve benden, ona da helaldir.” der. Stelyo minnetle bakar Yusuf’a. 

1905 yılı olur, Samos (Sisam) Adasında Rum isyanı başlar. Damat Ferit Paşa Adaya asker çıkarır. Yusuf da askerdir ve Adaya çıkan askerler arasındadır. Ancak ilk çatışmada esir düşer. 2 yıl yatar Samos zindanlarında. 2 yıl sonunda Rum çeteciler, esir pazarında satışa çıkarır Yusuf'u. Mezat sırasında 5 para - 7 para sesleri arasından bir ses yükselir.” -O Türk’e benden 5 kuruş, hemen alıyorum. “Sessizlik hâkim olur, Rum alır Yusuf'u arabasına, köyün dışına çıkarır. Denize yakın bir yerde arabasını durdurur, döner Yusuf'a” -Serbestsin Yusuf Kardeş” der.

Yusuf inanamaz duruma, Rum'un ellerine kapanır. “-Beyim, kimsin necisin, beni neden özgür bırakırsın?” diye sorar. 

Rum döner Yusuf'a  “-Ben Balıkçı Stelyo” der. Yusuf çözemez durumu, adamı tanımaz bile. Rum, uzun uzun anlatır, 12 yıl öncesine, Yemiş İskelesine döner, detaylarıyla o günü anlatır ve;

“İşte ben, bir fincan kahveyi helal ettiğin Balıkçı Stelyo” der. Göz yaşları sel olur. Sarmaş dolar olurlar. Stelyo, Yusuf'u, kaçak yoldan İstanbul'a gönderir. Bu dostluk 35 yıl devam eder.

Her yıl birbirlerini ziyaret ederler. Her ziyarette bir fincan kahve mutlaka vardır. Çocuklarına, torunlarına anlatırlar dostluklarını ve “Bu kahvenin tam 40 yıl hatırı vardır” derler.

Sohbetin ve dostluğun kıymetini bilenlerden olun ve içtiğiniz her kahve güçlendirsin sevgi bağınızı. 

Sohbetle kalın…