Soru ortada: Aşı niye yok?


Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Sağlık Bakanı Koca’nın aşı konusuna ilişkin birbirinden farklı açıklamalarda bulunmasına değinen Ahmet Davutoğlu, “Çarşamba akşamı, Bilim Kurulu toplantısının ardından Sağlık Bakanı Koca; “Önümüzdeki 2 ay aşı tedariğinde sıkıntı olabileceğini” ifade etti. Cuma namazı çıkışıysa Sayın Cumhurbaşkanı “aşı tedariğinde hiçbir sıkıntının olmadığını, yeterince aşıya sahip olduğumuzu” söyledi. Bakanların cumhurbaşkanını, cumhurbaşkanının bakanları tekzip ettiği bu düzen böyle devam edebilir mi?Bu uyumsuzluk, irtibatsızlık ve çelişki içeren açıklamalara maruz kalmaktan bıkıp usandık. Hangisinin doğru söylediğini anlamak için papatya falı mı açmamız gerekiyor? Aşı meselesi artık bir Milli Güvenlik konusu haline gelmişken, bütün dünyada ülkelerin artık aşı diplomasileri günden güne rayına otururken, bizdeki bu savrukluk ve izansızlığı nasıl yorumlamak gerekir? Bu nasıl bir devlet yönetimidir? Üstelik eğer Sağlık Bakanı Koca doğruyu söylüyorsa, cumhurbaşkanı da onu tekzip etmişse çıkıp istifa etmesi lazım. Yok eğer sayın cumhurbaşkanı doğru söylüyorsa, elimizde aşı varken sağlık bakanı halkı gereksiz bir paniğe sevk etmişse bu durumda sağlık bakanı görevden alınmalıdır” diye konuştu.
Bunların en başarılı aşı politikası birbirlerini aşılamak oldu

Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:


“Şimdi de çıkmış hayal tacirliği yapıyor, 6 ay sonra geleceği iddia edilen Sputnik V aşısıyla milleti oyalamaya çalışıyorlar. Bunların en başarılı aşı politikası birbirlerini aşılamak oldu. AK Parti MKYK’yı aşıla! Daire Başkanından başlayıp bütün alakalı alakasız memurları aşıla! Yandaşı, eşi, dostu, müteahhidi aşıla! Bakın bunların içinde bir tek aşılanmayan kalmadı. Aralarındaki iletişim ve yönetişim kriziyle birlikte var olan ekonomik gücü de yok ettiler. Sadece aşıyı değil, bütün bir salgın ve kapanma siyasetlerini ele yüze bulaştırdı bunlar.”
Biz olsaydık!
Ahmet Davutoğlu, salgın dönemine ilişkin ekonomi politikalarını da eleştirerek eğer Gelecek Partisi iktidarda olsaydı izlenecek yol haritasına ilişkin önemli hususları paylaştı. Davutoğlu, şunları kaydetti:
Öncelikle ortak akla dayalı bir etki analizi yapardık; ki bunları salgın dönemi başladığında kamuoyuyla paylaştık da.
3 sektör dışında, yani TARIM, EĞİTİM ve SAĞLIK dışında bütün harcamaları durdururduk.
Dolarla ödenen hazine garantilerine son verir; mücbir sebepten ötürü bunları günceller ve Türk lirasına tahvil ederdik.
Şimdi de 18 gün boyunca 1.5 milyara tekabül eden bu ödemeleri halka verirdik.
128 milyar doları bunlar gibi çarçur etmez, buradan da halka kaynak yaratırdık.
Bakanlıklara ödenen kiraları durdurur. O binaları boşaltır ve hepsini Beştepe’de toplardık.
Gereksiz uçaklar ve lüks makam otolarının satışı olmak üzere tasarruf tedbirlerini artırırdık.
4 tane Merkez Bankası Başkanı değiştirmeyeceğimiz için on milyarlarca dolar zarar etmez; burada biriken kaynağı aşıya ve kapanma süreçlerine harcar, halka hibeler verirdik.
Değerli vatandaşlarım, bu ülkenin kaynakları yok değildi.
Bunların fütursuzca, pervasızca erittikleri, heba ettikleri kaynaklar sizlere ulaşabilirdi. O kaynakları heba edilmese emeklilere hak ettikleri ikramiyeler verilebilirdi. EYT’lilerin sorunları bir kalemde çözülebilirdi.
4 yıldır yayınladıkları KHK’lara bakın bunların.

Allah aşkına, bir tanesi halkın faydasına oldu mu?


Ya dernekleri sivil toplumu tırpanladılar ya yasaklar için attılar o imzaları ya da yandaşlara vergi indirimleri getirdiler; kiralarını erteleyip af kararları çıkardılar.
Oysa biz ne dedik 14 ay evvel?
100 milyar TL para basın, bunu Korona Tahvili şeklinde çıkın ve nereye verdiğinizi açıklayın dedik.
Bunlar 200 milyar tl bastılar ama nereye verdiler? Yandaş Müteahhitlere ve yakınlarının doğrudan dolaylı ortak oldukları şirketlere…
Türkiye dünyanın en yüksek faizlerinden birini öderken, aynı zamanda dünyanın en yüksek enflasyonlarından birine sahip olduğundan,  dünyanın en düşük Reel faizlerinden birini verir hale geldi!
Bugün açıklanan enflasyon rakamlarına ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Gelecek Partisi lideri, “Biz bu konuşmayı hazırlarken Nisan ayı enflasyon rakamları açıklandı. Nisan ayında TÜFE %1.68 artarken yıllık enflasyon %17.14’e çıktı. Bu son 23 ayın zirvesidir. Yurtiçi ÜFE ise aylık %4.34 artarken yıllık üretici enflasyonu da %35.17’ye yükseldi.  Bu da son 29 ayın zirvesidir. Bir kıyas yapabilmeniz için zikredeyim. Başbakanlıktan ayrılmak zorunda bırakıldığımız günlerde açıklanan Nisan 2016 enflasyonu ÜFE’de yıllık 2.87, TÜFE’de 6,57 idi. Yani bugünkü aylık üretici enflasyonu 2016 Nisanındaki yıllık üretici enflasyonunun yaklaşık 1.5 mislidir. Son rakamlarla TÜFE ile ÜFE arasındaki fark 18 puan ile 30 ayın zirvesindedir. Bu artan maliyetlerle enflasyondaki yükselme trendinin devam edeceğinin işaretidir. 6 Mayıs’ta Merkez Bankası para politikası kurulu toplantısı var. Ne yapacaklarını göreceğiz. Faizi düşürürlerse TL üzerindeki kur baskısı artacak, düşürmezlerse niye ülkeye 525 milyar TL’na mal olan bir MB Başkanı değişikliği yaptıklarını yine izah edemeyecekler. Açık bir gerçek var ki bu cahillerin elinde Türkiye dünyanın en yüksek faizlerinden birini öderken, aynı zamanda dünyanın en yüksek  enflasyonlarından birine sahip olduğundan,  dünyanın en düşük Reel faizlerinden birini verir hale geldi. Yani milletin cebinden ödediği bu kadar  yüksek faize rağmen ,kötü yönetim nedeniyle faizleri daha da yükseltmek zorunda kalacak bir ülke haline düşürüldük.Bu da enflasyonun bütün yükünün Dar gelirli vatandaşlar ve vergi mükelleflerinin üstünde olduğunu gösteriyor” ifadelerini kullandı.


Kıraathane esnafının durumu


Gelecek Partisi lideri, salgın döneminde iş yerleri defalarca kapatılıp açılan kıraathane esnafının durumuna ilişkin çözüm önerilerini de paylaştı.
Kıraathane esnafımız için şu tedbirler acilen alınmalıdır:
Kredi sicil bozukluğu yüzünden kredi alamayanlar için, kredilerle ilgili yeni bir düzenleme getirilmelidir.
Gelir kaybı desteği yıl sonuna kadar devam ettirilmelidir.
Tüm kredi borçları yıl sonuna kadar faizsiz olarak ertelenmelidir.
SGK primleri dondurulmalı ve vergi affı getirilmelidir
Kira yardımı yapılmalıdır ama ödemeler kontrata bakılmadan gerçekleşmelidir.
Hibe ve kira desteği salgın boyunca devam ettirilmelidir.
TV abonelik ücretleri izleme imkanı olmadığı için iade edilmelidir.
Ramazan ayı boyunca özel bir ödenek ayrılmalıdır.
Bir-iki yıl geri ödemesiz faizsiz kredi desteği sağlanmalıdır.
Birikmiş olan elektirik, su, doğalgaz faturaları ya hibe yoluyla karşılanmalı ya da yıl sonuna kadar ertelenmelidir.
Para yok ama Kanal İstanbul inadı devam ediyor
Kanal İstanbul projesini ‘inat’ olarak niteleyen Davutoğlu, “Bunlar maalesef rakamları yönetmekten, ülkeyi yönetmeye ne takat ne de vakit bulabildiler. Para yok ama rant getirisi sadece belli bir zümrenin elinde dönüp dolaşacak olan Kanal İstanbul inatlarını da sürdürmeye devam ediyorlar. Birileri kanalın kıyısındaki arazileri birbirlerine satıp servetine servet katacak diye, çocuklarımız, torunlarımız yıllarca geçmeyecek gemilerin paralarını ödeyecek. ihtiyaçları olan gerçek projelere sermaye bulmakta zorlanacaklar” dedi.

Tek özelliği kaçıp giden Hazine Maliye Bakanı’nın gölgesi olması


Kabine değişikliğinde Ticaret Bakanı olarak Ruhsar Pekcan‘ın yerine atanan Mehmet Muş’u ‘cahil’ olarak tanımlayan Davutoğlu, Muş’u Berat Albayrak’ın gölgesi olarak tanımladı. Albayrak’ın da ‘kayıt dışı bakan’ olduğunu dile getiren Gelecek Partisi lideri, şöyle konuştu:
“Kendi Bakanlığı tarafından ‘tehlikeli’ diye fişlendiğini öğrendiğimiz bakan gitti; Çek nedir, senet nedir, ödeme nedir bilmeyen bir bakan geldi. Tek özelliği kaçıp giden Hazine Maliye Bakanı’nın gölgesi olması. Cumhurbaşkanı Erdoğan kamuoyu baskısı dolayısıyla damadını tekrar sistem içine sokamayınca bu kez onun gölgesini kabineye aldı. Böylece kamuoyunun önüne çıkamayan kaçak bakan talimatlarını gölgesi üzerinden ilgili kurumlara ve kişilere iletebilsin. Böylece yeni bir kavram daha kazanmış olduk: kayıt dışı bakan! Banka yönetim kuruluna eski güreşçi atayan bir iktidarın, çek konusundaki düzenlemeyi de eski bir futbolcuya yaptırması hükümet kadrolarının içine düştüğü acizliği ve bundan sonra ekonomide yaşanacakları fazlasıyla belli ediyor.”
Emniyetin ‘fotoğraf’ genelgesi
Ahmet Davutoğlu, polislerin sesini ve görüntüsünü kaydetmeyi yasaklayan genelgeyle ilgili olarak ise şu ifadeleri kullandı:
Birincisi; toplumsal olaylara müdahalede polisin faaliyet alanı özel hayat niteliğinde değildir. Özel hayat ifadesi, evlerimiz gibi özel mekanlarla ilgilidir. Umuma açık alanlarda, kamunun haber alma hakkı engellenemez. Ses ve fotoğraf kaydı da özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturmaz. Yargıtay içtihatlarına göre de, Emniyetin iddiasının aksine, bu tarz ses ve görüntü kayıtları hukuka uygun delil niteliği kazanmaktadır. Üstelik sadece polislerin ölçüsüz müdahalelerindeki yaralama ve öldürme suçlarının işlemesi halinde delil olmaları bir yana, tersinden de, polislerin kendilerini savunmaları açısından da bu ses ve görüntüler önemlidir. Mesele özel hayatın gizliliği de ve kişisel verilerin korunması da değildir. Mesele kendi çelişkilerinin üstünün örtülmesidir. Mesela bu yasakla bakan yakınlarının ayrıcalıkları ile stadyumlar kapanma döneminde bile lebalep dolarken camide itikaf yapanlara yönelik biber gazı kullanılmasının görüntülerini kamuoyu bilgisine sunmak da suç haline gelmiştir.
Ruhsar Pekcan itiraf etti, Cumhurbaşkanı taltif etti!
Meclis soruşturması ve Yüce Divan mekanizması her gün yeni yeni yolsuzlukları ortaya çıkan bir bakan için işletilmeyecekse kim için ve ne zaman işletilecektir? “Muhalefet istedi diye yapmayacağız!” diye bir mottoları var bunların. Bakın; “muhalefetin yalanının peşinden gitmeyeceğiz” diyemiyorlar; Yani hadisenin gerçek olduğunu da kabul ediyorlar. Nasıl kabul etmesinler ki; her şey ayan beyan ortada. Hanımefendi de şecaat arz ederken sirkatin söyledi zaten; satışı kabul etti. Sayın Cumhurbaşkanı, bırakın eleştirmeyi kendisini taltif etti. Neyi taltif ettiğini, kendisine niçin teşekkür ettiğini biz anlayamadık, sizler anladınız mı? Üstelik Cumhurbaşkanının eşinin adını kullanarak gümrüklerde kanunsuz işlemler de talep etmiş zamanında. O da çıktı ortaya. Ne bürokrasi ne de Ruhsar hanım çıkıp itiraz da etmediler bu iddialara. Tamam, peki, muhalefet istedi diye yapmayın; kendiniz yapın o zaman!


Bu nasıl bir Osmanlı tokadıdır ki; bir nota bile veremediniz


ABD Başkanı Joe Biden‘ın ‘soykırım’ çıkışına karşın iktidarı sessiz kalmakla eleştiren Gelecek Partisi lideri, hükümete yakın basın organlarının ‘Osmanlı tokadı’ tabirini kullanmasını ise ucuz popülizm olarak değerlendirdi.
Ahmet Davutoğlu, “Bunlar Biden’ın “soykırım” açıklamasına verdikleri cevapta da Türkün Türke propagandasından öteye gidemediler maalesef. Argümanlarımızı evrensel bir dille anlatamadılar. Gördük ki hiç ama hiçbir çalışma yapmamışlar. Lobi faaliyetleri yapmamışlar, büyükelçilikleri en vasat düzeyde bile çalıştırmamışlar. Oysa Ermeni diasporasıyla ilişkilere geçmekten tutun, Erdoğan’ın bizzat kendisi bizim yaptığımız gibi dünya liderlerine mektup; saygın gazetelere makale gönderebilirdi. Yapmadılar, yapamadılar, çünkü ne kendilerinin ne de söyleyecekleri sözlerin bir itibarı kaldı! Maalesef iç popülist mesajlar vermekten öteye gidemediler. Yandaş medyalarının kullandığı “Osmanlı tokadı” terimi hiç bu kadar ucuz popülizme alet edilmemişti. Bu nasıl bir Osmanlı tokadıdır ki; bir nota bile veremediniz. Nasıl bir Osmanlı tokadıdır ki bu, Büyükelçiyi bile çekemediniz. Hiçbir Müeyyide yayınlayamadınız. Sayın Cumhurbaşkanının ağzından, 10 yıl önceki ev ziyaretinden bahisle bir gönül koyma hikayesini dinlemiş olduk millet olarak. Bakın biz Soykırım meselesiyle başta Joe Biden olmak üzere ilgili devlet ve hükümet başkanlarına, BM, NATO ve AK Genel Sekreterlerine, saygın eski dışişleri bakanlarına, kongre ve senato üyelerine ve seçkin aydınlara bir mektup gönderdik! Tarihle yüzleşmekten çekinmemek gerektiğini ifade ettik. Toplumlara evrensel bir dille hitap edilmesi gerektiğinin altını çizdik. Tarihi olayların suiistimal edilmemesinin önemini vurguladık” şeklinde konuştu.


“One minute” çekebilen Erdoğan’ın arkasında sağlam, ehil, cesur ve mücadeleci kadrolar vardı


Dış politika konusundaki pasifleşme sürecini kadroların yetersizliğine bağlayan Davutoğlu, “Neden biz sembolik bir yıl olan 2015’te bu açıklamayı engelleyebildik de bugünün iktidar sahipleri hiç bir sembolik anlamı olmayan 2021 yılında Türkiye’nin hasımlarına altın tepsi içinde bir fırsat sundular, sonra da olayı önemsizleştirme çabası içine girdiler değerli kardeşlerim? Çünkü bir zamanlar “One minute” çekebilen Erdoğan’ın arkasında sağlam, ehil, cesur ve mücadeleci kadrolar vardı” derken, şunları ekledi:
“Ülke yönetimi, caydırıcılık gücünü artırmıştı. Oysa bugün toprağa gömdüğümüz hukuk ve çarçur ettiğimiz kaynaklar yüzünden iki şeyi kaybettik. Biri Caydırıcılık imkanlarımız, diğer uluslararası pazarlık gücümüz. Bizim o dönemdeki ısrarlarımıza rağmen Türkiye’de yargılayamadığımız Reza Zerrab şimdi tepemizde yargı kılıcı gibi sallanmakta. Rahip Brunson krizinde hem iç hukukumuz, hem ekonomimiz, hem de dış politikada manevra kabiliyetimiz ve caydırıcılığımız yara aldı. Şimdi herkes Biden’ın sözleri karşısında “Neden elçimizi geri çekmedik?” diye soruyor. Çok açık değil mi? Trump ile kurduğu kişisel ilişkiler ve damatlar üzerinden aşırı bağlayıcı mekanizmalarla Türkiye’nin kurumsal kapasitesini dar bir alana hapseden Erdoğan.”
 

Editör: TE Bilişim