İZMİR HABERLERİ

İzmir’de çiftçi şirketlerin pençesinde: Hacizler arttı, su krizi başladı, tarlalar elden çıkarılıyor

İzmir’in Kınık ilçesinde domates üreticiliği yapan 28 yaşındaki Mehmet Aksoy, artan girdi maliyetleri nedeniyle zor günler yaşadığını söyledi. Çiftçi borç, haciz ve göçle karşı karşıya kaldı.

Abone Ol

Son Mühür/Sercan Engerek- Tarımda girdi maliyetleri çiftçiyi iflasın eşiğine getirirken, İzmir’in Kınık ilçesinde çiftçilik yapan 28 yaşındaki Mehmet Aksoy, maliyetlerin artması nedeniyle zor günler yaşadığını söyledi. Ailesine ait tarlada domates üreticiliği yapan Aksoy, “Milyonlarca masraf yapan çiftçiye yıllık dekar başına 200-300 lira mazot, gübre desteği verip çiftçiye destekliyoruz demek hakkaniyetli değil. Bu rakamı çok büyük bir destekmiş gibi söyledikleri zaman buna daha çok içerliyoruz” dedi. Çiftçinin hacizler nedeniyle tarlalarını satmak zorunda kaldığı bölgede çiftçiliği büyük şirketlerin ele geçirmeye çalıştığını aktaran Aksoy, bölgedeki madencilik faaliyeti nedeniyle yaşanan su kirliliğine bağlı olarak göçlerin başladığına da dikkat çekti.

Türkiye İstatistik Kurumunun verilerine göre Tarım Ürünleri Üretici Fiyat Endeksi (Tarım ÜFE) temmuzda geçen yılın aynı ayına kıyasla yüzde 44,32 arttı. Borç batağında yaşayan çiftçi her geçen gün yoksulluğun pençesine itilirken, CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, 2018 yılının temmuz ayında 101 milyar 464 milyon lira olan tarım sektörünün toplam borcunun, 2025 yılı itibariyle 1 trilyon 56 milyar 623 milyon liraya yükseldiğini açıkladı. Gürer’in verdiği bilgiye göre, ayrıca takibe düşen borçlar da aynı dönemde 2 milyar 936 milyon liradan 7 milyar 653 milyon liraya çıktı.

“Yedi aylık emek bedavaya geldi”

İzmir’in Kınık ilçesinde dört kuşak çiftçilik yapan bir aileye mensup olan domates üreticisi ve Ziraat Mühendisi Mehmet Aksoy, mazot, gübre, işçilik fiyatlarının artması nedeniyle zor günler yaşıyor. TEKEL’in aktif olduğu yıllarda sürekli tütün yetiştirdiklerini belirten Aksoy, TEKEL’in kapatılmasıyla birlikte sebze ekimine yöneldiklerini anlattı.

Mehmet Aksoy, şimdilerde 35 dekarlık tarlada ailesiyle birlikte domates üreticiliği yapıyor. Artan maliyetlerden yakınan Aksoy “Tarlaya sadece domates ekiyoruz. 15 çalışanımız var. Bir kişinin maliyeti günlük bin 200 lira. 15 işçi bir ay çalışıyor. Bu gider şu an sadece hasat için. Bunun çapası, ekimi var. Zaten kendimin ve ailemin emeğini hiç saymıyorum. Marttan beri verdiğimiz yedi aylık emek heba oldu” diyor.

“5 bin liraya alınan tohum şimdi 500 bin lira”

Üretimde Aksoy’u en çok zorlayan giderler ise mazot, gübre ve tohum fiyatları… Mazotun litre fiyatının 55 liraya yükseldiğini hatırlatan Aksoy, yıllık tohum giderinin 450 bin lira olduğunu söylüyor:

“Eskiden standart tohum daha uygundu. Yarım kiloluk tenekelerde tohum ekerdik. Bu da şimdiki parayla 5 bin liraya filan tekâbül ederdi. Sonra küresel ölçekteki firmalar tohum sanayisine büyük bir yer kaplamaya başladı. Tohumun hem fiyatı arttı hem de yapısı değişti. Bundan 25 yıl önce şu anki parayla 5 bin liraya alınabilen tohumun karşılığı şimdi 500 bin lira. 500 gramlık domates tohumu kutusunda 150 bin adet çekirdek var. Şu an 150 bin çekirdekli tohumun ektiğinizde maliyeti, üç liradan 450 bin lirayı buluyor. Sadece domateste yıllık tohum giderim böyle.”

Aksoy, küresel şirketlerin ürettiği tohumundan yetiştirilen bitkilerin sürekli zirai ilaca ihtiyaç duyduğunu anlatıyor. “Domates nazlı bir bitkidir. Yaprağı kurur. Yağmurda mantarlaşır. Böcek zararlıları gelir. Yani çok hassas bir bitkidir” diyen Aksoy, ata tohumunun önemine dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Ata tohumunu geliştirebilseydik, domates bitkilerinde hem hastalık olmayacak, ilaç kullanmak zorunda kalmayacaktık hem de tohumun maliyeti bu kadar yüksek olmayacaktı.”

“Çiftçiye kredi yolu açıyorlar ama ürün para etmeyince nasıl geri ödeyelim?”

Aksoy’a göre tohum kasıtlı olarak ilaca endeksli üretiliyor. Tohum ve zirai ilaç giderinin yanında mazot, işçilik, su, elektrik gibi giderler de eklendiğinde maliyetin karşılanamaz duruma geldiğine dikkat çeken Aksoy, şunları söylüyor:

“En temel mesele çiftçinin ürettiği ürünün para etmemesi. Yani maliyet çok, ama karşılığı yok. Gider çok fazla. 10 birim gidiyor. Dönüşü üç birim. Eksi yedi birim zarar. Bu kayıp böyle her sene birikiyor. Çiftçi her yıl geriye sarıyor. Borçlar artınca toprağı elinden çıkarmak zorunda kalıyoruz. Burada çoğu arazi, bankalarda ipotekli. Traktörler, hayvanlar zaten satıldı. Hayvancılık bitti, tütün bitti, pamuk bitti. Kredi, borç üstüne borç. Çiftçiye kredi yolu açıyorlar. Ama ürün para etmeyince nasıl geri ödeyelim.”

“Köylü sütü marketten alır hâle geldi”

Bakırçay havzasında eskiden halkın çiftçilikle kendi kendine yetebildiğini söyleyen Aksoy, köylünün artık marketten süt, yoğurt, peynir alır duruma geldiğini vurguluyor:

“Bakırçay havzasında çiftçi kendine yeterdi. Sürekli kendi üretmiş. Hiç gidip marketten süt alamamış. Yoğurdunu, sütünü, peynirini kendi yapmış. Şimdi haftanın bir günü şehre alışverişe giden köylü sütünü, yoğurdunu marketten alıp köyüne götürüyor. Bu çok büyük bir tezat. Bu eşyanın tabiatına aykırı. Köylü şehirde satacağı yerde şimdi herhangi bir marketten yoğurt, süt, peynir alır duruma geldi. Bu çok ağır bir şey.”

Madenler suyu kirletti, göç başladı

Kınık’ta çiftçiyi zor durumda bırakan nedenlerden biri de su sorunu. Bölgedeki maden ocakları dereleri ve yer altı sularını zehirliyor. Bölgede büyük bir su krizi yaşandığına dikkat çeken Aksoy, “Benim 20 yıl önce yüzmeyi öğrendiğim Elmadere’de, biz Karadere deriz, şimdi yüzümü yıkayamıyorum. Su simsiyah, zehir akıyor. Oradan gelen suyla domatesleri sulamamızın imkânı yok. Kuruyorlar hemen. Çünkü maden nedeniyle kömürden yayılan kirlilik suyu mahvediyor. Sudaki canlılar bile öldü” diyor.

“Tütün çok dayanıklı bir ürün olduğu için suya o kadar ihtiyaç duymuyordu. Pamuk da bir nebze öyle. Ama domates, biber sulu tarımda başı çekiyor” diyen Aksoy, şöyle devam ediyor:

“Bakıçay havzasında maden faaliyeti o kadar büyük ki yer altı sularını etkiliyor. Kınık havzası bundan 15 yıl önce kaşıkla eşeleyip çıkardığımız tatlı su kaynağı şu an yok. Artık içeride bu nedenle göç başladı. İklim krizi var, yağmurlar çok azaldı ama bu göçün en temel sebebi madenciliğin neden olduğu su kirliliği.”

“Kendi topraklarımızda ırgatlık yapalım isteniyor”

Mehmet Aksoy, Kınık’ta tütünün bitirildiği gibi domates ve biber üretim yoğun olarak üretilse de büyük şirketler tarlaları satın alarak seracılık adı altında şirketlerin endüstriyel tarım yaptıklarını anlatıyor.

Aksoy, “Sermaye kendi çiftçisini istiyor. Bu işi 100 kişi yapmasın, 95 çiftçi toprağını satsın. O çiftçiler şirketlerin çalışanı olsun istiyor. Kendi topraklarımızda ırgatlık yapalım isteniyor” diyor.

Aksoy’a göre köylünün kendinden başka kurtuluşu yok... “Köylü başkasından medet ummasın. Bizi ne devlet ne bürokrasi ne de bir siyasi parti kurtaracak! Köylüyü kurtaracak olan yine kendisi” diyen Aksoy, şunları ekliyor:

“Çözüm kendi ellerimizde. Biz ne istediğimize bileceğiz. Birlik olacağız ve taleplerimizi almak için mücadele edeceğiz. Köylünün kendinden başka kurtuluşu yok. Geçen yıl Bursa’da çiftçiler traktörleriyle dört saat yolu kapatıp eylem yaptı. Herkes duymak zorunda kaldı. Sonra da köylü sözleşmeli olarak ürününü satabildi.”