UMUTSUZLUK EKONOMİSİ: NEDEN ARTIK ÜTOPYA YAZMIYORUZ?

Gelecek yalnızca zamansal bir kategori değil, fakat hayalgücünün ve eylemin yöneldiği ufuktur ve aynı zamanda itici gücüdür.

Abone Ol

Henüz yaşanmamış olan, bir imkân olmanın yanında daha iyiye yönelik bir çağrıyı da içerir. Umutsuzluk, bu çağrının artık duyulmadığı anda hissedilir; kendini başkaları tarafından önceden tasarlanmış, biçimlendirilmiş bir şimdiye kendini kapatmaktır bu bakımdan.
Bugün başka bir dünya fikrinin yerini varolanın daha verimli ve hızlı hale getirilmesi -yani güncellenmesi- aldı. Zaman, varoluşsal bir deneyim olmaktan çıkıp ekonomik bir hesap birimine dönüştü. Her saniye ölçülür, her duygu optimize edilir, her düşünce verimliliğe indirgenir hale geldi. Hepimiz birer veri düğümüyüz.
“Pozitif düşün” fikri bir alternatifi değil, mevcut olanın bir versiyonunu düşünmektir aslında. Her şey değiştirilebilir ve mümkün görünürken aslında hiçbir şeyi değiştirmeyen bir pozitiflik rejiminde yaşıyoruz. Gelecek, sahip olduğumuz bir sermaye ya da bakiye gibi, harcanabilir bir meta haline geldi. Yarın artık bir olanak değil, yeni bir veri zinciri olarak gibi bugüne ekleniyor.
Sürekli üretmemiz, performansımızı artırmamız ve “üretken” olmamız beklenirken düşünmek ve düşlemek bir “olumlama pratiği”ne dönüşmüş durumda. Buna göre hayalkırıklığı yaşayacağımız şey tamamen bireysel, bize ait bir “başarısızlık”. Her şey kişisel; her çöküş, her yorgunluk, her mutsuzluk...
Kapitalizm hayal etmenin yerine olasılıkları hesaplayıp riski en aza indirmeyi ve zamanı yönetmeyi özgürlük olarak karşımıza koyduğunda umutsuzluk da umut gibi kolektif bir duygu olmaktan çıktı. Bir felaket karşısında bile birlikte üzülmüyoruz; herkes ekran karşısında kendi yalnızlığına çekilip depresyonunu yaşıyor. Bir duyguyu kolektif olarak yaşamak nostaljik bir anı oldu – eski bayramlar gibi.
Bu yüzden ütopya yerine kişisel gelişim kitapları yazılıyor. Daha iyi bir hayat düşleri yerine bireysel refah hedefleri konuluyor. Umut bile piyasa terimleriyle ölçülüyor artık: “Güven endeksi”, “yatırım beklentisi”, “ekonomik iyimserlik”. Güven, artık dayanışmanın değil, risk almanın bir başka adı.
Buradaki asıl tehlike, bu ekonomik aklın duygulara da sirayet etmiş olmasıdır. Kapitalizm yalnızca malları değil, anlamları da pazarlama nesnesi haline getirdi. Reklam, artık bir ürünün değil, bir varoluş biçiminin satışı: Mutluluk vaat ediyor, özgünlük satıyor, öz-sevgi pazarlıyor.
Tüketici artık yalnızca satın alan değil; kendini, kendi kimliğini, kendi “hikâyesini” pazarlayan bir figür. Sosyal medya bu pazaryerinin vitrinidir: Kişi, varoluşunu bir markaya dönüştürür; kimliğini algoritmaların ölçtüğü bir içerik haline getirir. Hayatını bir proje gibi tasarlar, ürün gibi geliştirir.
Emeğin metalaşmasının yarattığı yabancılaşma benliğe kadar işlemiş durumda. “Kendinin daha iyi versiyonunu yarat” mottosuyla piyasa, arzunun kendisini sürekli bir tatminsizliğe dönüştürür. Mutluluk vaadiyle umutsuzluk üretir; eksiklik ve geride kalmışlık hissi bu sistemin motorudur.
Bu durumu en iyi ekonomik kavramların (sermaye, yatırım, risk, değer) varoluşun diline yermesinde görebiliriz. “Kendime yatırım yapıyorum”, “zamanıma değer katıyorum” gibi ifadelerle, kendimizi ekonomik bir kategori gibi düşünmeye eğilimliyiz. İç dünyamız bir bilanço. Ölçülebilir, optimize edilebilir, yönetilebilir ve hatta pazarlanabilir. Bu bakımdan umutsuzluk bile sistemin bir parçası, ekonomik bir değerdir. Ve biz umutsuzluğumuzu bile piyasa mantığına göre düzenliyoruz: Verimli depresyon, kontrollü mutsuzluk, hesaplı umut.
Umutsuzluk burada bir çöküşten ziyade bir rutin haline gelir; çünkü ütopyaların karşısında duran şey alışkanlıklardır. Her şeyin ya da bir şeylerin kötüye gittiğini bilmek ama “Just do it!” reklamlarına rağmen bir şey yapmamak ve rutin olanı devam ettirmek…
Bu nedenle geleceğin kaybedilmesi yalnızca politik ve ekonomik bir tespit değildir; ruhsal bir durumun da ifadesidir: Koy vermişlik.
Oysa ütopyalar mevcut olana, alışılmış olana karşı bir direnişi içerir. Rahatsızlık yaratır, sarsıcıdır, rutini bozar ve tüyleri ürpertir. Daha iyi bir olasılığı, farklı bir dünyayı anlatır.
Bir sonraki yazımda bu olasılığı bulabileceğimiz umut alanlarından bahsedeceğim.