Bugün size, “çerezlik” diye anılsa da insan ruhuna ince ince dokunan bir yazar olan Stefan Zweig’dan söz etmek istiyorum. 1881 yılında Avusturya’da dünyaya gelen Zweig, kısa ömrüne yaklaşık 77 eser sığdırmış üretken ve derinlikli bir kalem. Kimi insanlar yaşadıklarını yazar, o ise hayatı izleyip insanı yazanlardan.
Bana göre Stefan Zweig, iyi bir yazar olmanın ötesinde müthiş bir gözlemciydi. İnsan davranışlarının dönüm noktalarını öyle ustalıkla yakalardı ki, satırların arasından karakterleri değil, kendimizi okurduk. Hayatın akışını, ilişkilerin gölgesini, duyguların en kırılgan anlarını alır; sizi tam kalbinizden yakalayacak biçimde kurgular ve anlatırdı.
Onun bir diğer etkileyici yanı, duyguları ucundan değil, büyük bir coşkuyla anlatmasıydı. “Katil Kim?” adlı kitabında da bunu açıkça görürüz. Orada yalnızca bir olay örgüsü değil, duygularını büyük yoğunlukla yaşayan bir insanın çevresini nasıl yorduğunu anlatır. Hislerini büyüterek yaşayan birinin, farkında olmadan etrafındaki insanların davranışlarını nasıl değiştirdiğini ve yıprattığını çok çarpıcı biçimde işler Zweig. Yani mesele sadece kişinin kendi iç dünyası değil, o duyguların çevresine yaydığı etkidir.
Kadın karakterlerini de hep güçlü, gerçekçi ve derin anlatırdı. Onları süs olarak değil, olayların taşıyıcısı olarak ele alırdı. Kırılganlıklarını da cesaretlerini de aynı incelikle işlerdi; bu yönüyle çağının çok ilerisindeydi.
En bilinen eserlerinden biri olan “Satranç”, insan zihninin yalnızlık, baskı ve takıntı altında nasıl parçalandığını gösterir. Zweig, bir satranç tahtasına bile gururu, yenilme korkusunu ve zihinsel çözülmeyi sığdırmayı başarmıştı.
Zweig için yazmak bir kaçış değil, sorumluluktu. O, kalemini insanı anlamak ve anlatmak için kullandı. Kağıda döktüğü her cümlenin aslında bir davranışın, bir ruh halinin ya da bastırılmış bir duygunun izdüşümü olduğuna inanıyordu.
Fakat tüm bu üretkenliğine rağmen hayatı umutla sürdürmeyi başaramadı. Nazi baskısı nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Savaşın insanlığı yok ettiğine inanıyor, barışın bir daha mümkün olmayacağını düşünüyordu. Belki de bu umutsuzluk, kalemini bile çaresiz bıraktı. 1942 yılında, eşiyle birlikte intihar ederek hayata veda etti. Bu intihar, sadece kişisel bir seçim değil, insanlığa yazılmış sessiz bir mektup gibiydi.
Bugün hâlâ bir Zweig kitabını elinize aldığınızda, okuduğunuz şey bir hikâyeden çok kendiniz oluyorsanız, sebebi budur. Modern okur onu hâlâ bırakmıyorsa bunun nedeni kısa ama yoğun anlatımı, psikolojik derinliği, evrensel duyguları ve insan ruhuna hâlâ tutulmuş o aynayı elinden düşürmemesidir.