Son Mühür Haber Merkezi/ Melekşah Tufaner Gün Başlıyor programına konuk olan Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alp Ergör,  Ayşegül Koç’un sorularını yanıtladı.

İş kazası ve iş güvenliği hakkında bilgi veren Prof. Dr. Alp Ergör,  Çalışma bir hak diye geçiyor sistemde, çalışma hakkının sağlıklı bir şekilde yerine getirilmesi de bir haktır. Sadece anayasal bir hak değil, insan hakkı olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla hak icrası diyebiliriz buna. Sağlıklı olma, sağlığını sürdürme. Bunun iki boyutu var kapitalist sistemde biri hak boyutu diğeri de işverenden kaynaklanan sorunlar boyutu. Tepkiyi veren, iş yaratan işveren çünkü. O halde işveren tehlikelerin kontrolünü de yerine getirmekle yükümlü” dedi.

O burçların arkasındaki gizemli hikayeleri duymuş muydunuz? İşte o efsanevi hikayeler.. O burçların arkasındaki gizemli hikayeleri duymuş muydunuz? İşte o efsanevi hikayeler..

“Sendikal örgütlenme önemli”

Ergör, “Tehlikelerin, istenmeyen sonuçların ortaya çıkması da kabaca iş kazası olarak tanımlanıyor. Bir hak ve o hakkın yerine getirilmesi için yapılması gereken her şey ve bunların istenmeyen sonuçları. Yani hakkın korunamamış olması. Bütün bu süreç iş sağlığı ve güvenliği diye adlandırılabilir. 1946 yılında Çalışma Bakanlığı kuruldu. Aslında meclis 1922’de bile çalışma süreleri ile ilgili yasa çıkarmıştı ama 1946’dan sonra hızlı bir dinamik var. Asıl sıçrama 1961 ile gerçekleşiyor. 1961 ‘den sonra sosyal devlet politikası Çalışma ve Sosyal Bakanlığı haline gelmesine, çalışanların haklarının korunmasında çok önemli bir adım. Daha sonra sendikal örgütlenmeler Türk- İş ardından DİSK’in kurulması bu alanda 1980 darbesine kadar çok hızlı gelişmeler için katkı sağladı. Sonra neo liberal politikalarla tümüyle devlete bırakılmış işçinin devreden bırakıldığı dönem geliyor. İşçi sağlığı bu bağlamda geriliyor. 1990’ların başlarından Avrupa Birliği sürecine yaklaşmamız 1994 ve ondan sonrasında süreç hızlanıyor. 2012’de de tek ve ayrı İş sağlığı ve güvenliği yasası çıkıyor.  Eğer sendikal örgütlenme olmazsa işçi sağlığı ve güvenliğinden söz etmek mümkün olmaz” ifadelerini kullandı.

“Devlet denetlemeli”

“Bu ülkede elbette duyarlı işverenler var ama ne duyarlılığı ne eğitim ne farkındalığı ne ekonomik olanakları uygun olmayan işverenler de var. 2 milyon kadar işyerinin yüzde doksan dördü, on ve altında işçi çalıştırıyor. Bu gruba hizmet götürebilmek işçi sağlığı ve güvenliği son derece zor ve masraflı.  Bu grubu kamu üzerinden finanse ederseniz o zaman işverenin artı değer kazanmasına yardımcı olursunuz çünkü riski yaratan işverendir. İşverenin ödeme yapması gerekir. Devletin burada baskıcı olması lazım. Emek gücünün olmadığı bir yerde işçi sağlığı ve güvenliği güçlü yapıyı kuramadığımız için oluşturmak çok zor. Diğer yapıyı devlet denetlemekle ve yapıyı oluşturmakla, gözetmek, düzenlemeleri koymak bunu denetlemekle yükümlü. “

“Kamu da farkındalık artmalı”

Ergör, “İş güvenliği ucuz bir şey değil, oraya para yatırmanız lazım. İnsan gücü yetiştirecekseniz daha işletmenin başından işçilerin sağlığını ve güvenliğini koruyarak gözeteceksiniz bunu. Bunların hepsine yatırım gerekir ama baştan yatırım hesabını yapmak lazım. Ülke eğer bu bağlamda kurumsallaşırsa bu masraf olarak algılanmaz. İş müfettişleri bu süreci denetler. Üç türlü denetim yapılıyor bir tanesi rutin bir denetim. Bir program ve proje denetimi. Bir de başvuruya bağlı denetim var. Denetimin yeterli olması için müfettişin varlığı ve yetkin olması yeterli değil. Kamuya da baskı gücü oluşturacak örgütlenme olması gerekiyor, kamu düzeninde farkındalık artmalı. Tehlikeli çalışan işletmelerde iş yeri sağlığı ve güvenliği kurulları oluşumu olmalı. Bu kurul yedi üyeden oluşuyor. Bu yedi üye içinde yalnızca iki tanesi işçi, kalanı işveren temsilcileridir” dedi.

“İş kazası, güvensiz iş yerini gösterir”

Ergör, “İş kazası ve meslek kazalarının tek bir anlamı vardır denetimde gerekli önlem alınmadı ya da alınamadı. İş kazası güvensiz iş yerini gösterir, bir önlemi almadınız demektir. İşverenin geri dönüp ben neyi eksik yaptım demesi gerekir. Bütün iş kazaları kuramsal olarak önlenebilir, meslek hastalıkları da. Bunun için çaba gösterip, sistem kurmak gerekiyor. Biz burada konuşurken 28 işçi hayatını kaybetti. Bir gün içinde 1400 civarı işçi ölecek, yaralanacak iş kazasına bağlı. Sayılar korkunç, oranlar kötü ama bu sayıların hepsi insan. İşçi sağlığı bir hak ve onun icrası yalnızca bireye kalmaz, o hakkın icrası bir kamusal sorumluluktadır. Türkiye’de ABD’deki gibi büyük tazminat davaları olmaz. Türkiye’deki sistem farklı bir şekilde işliyor. Sigorta bu işlem üzerinden kazanımlar elde edebilir.”

Kazaya maruz kalınca iki grubun yapması gereken şeyler var. Bir tanesi işçinin iş kazasını bildirmesi. Üç gün içinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bildiriyorsunuz. O bölgede inceleme yapılır ve sorunun ne olduğu anlamaya çalışılır. Kaza ağır bir kazaysa ya da çok ağır bir hastalıksa ve ya ölümlüyse inceleme yapılır. İnceleme sonunda yapılması gerekenler dökümante edilir. Bir yandan da işçi ve ya ailesi tazminat sürecini başlatabilir. Ölüm ve ya uzuv kaybı olursa o zaman ceza devreye girer. Devlette nerede kuralları uyulmadı diye bakar” diye konuştu.

Editör: MELEKŞAH TUFANER