Son Mühür Haber Merkezi/ Melekşah Tufaner Gün Başlıyor programına konuk olan Beyin Cerrahı- Yazar Op. Dr. Ozan Ganiüsmen, Ayşegül Koç’un sorularını yanıtladı. 

Gezi İstanbul ile İstanbul'u yeniden keşfedin! Tarihi ve kültürel hazineler gençleri bekliyor! Gezi İstanbul ile İstanbul'u yeniden keşfedin! Tarihi ve kültürel hazineler gençleri bekliyor!

Programda kendini tanıtarak konuşmasına başlayan Beyin Cerrahı- Yazar Op. Dr. Ozan Ganiüsmen” Asıl mesleğim beyin omurilik, sinir cerrahıyım aslında. Yıllardır bu mesleği yerine getiriyorum. Çeşitli üniversite hastaneleri ve özel sektörde çalıştım. Şu anda da kendi muayenem var. Yaşamımı bu şekilde sürdürüyorum. Ben prensipte çalışmadan yana olan birisiyim. Yıllar içinde hayatı gözlemlerken çeşitli düşüncülerimin, hayat hakkında yorumlarım olduğunu gördüm. Anlatım gücümün de yüksek olduğundan ve çevremden de teşvik alınca bunu en iyi şekilde yazarlıkla ifade edebileceğimi tahmin ettim. Daha sonra nasıl bir yazarlık olsun derken kendimi en yetenekli gördüğüm naçizane roman yazarlığı üzerine yoğunlaştım” dedi.  

Kitap üç- dört yıllık bir serüvende yazıldı” 

Ganiüsmen, “Uzun yıllar okumalarım sonunda klasik eserler, felsefe, romanlar gibi bunların birikimi sonucunda, kendi hayat tecrübemi de katarak, hastamla aramda geçenleri konu aldım. Hastanın roman içinde gerçek kaldığı ama kendimi biraz daha manipüle ederek roman kahramanına dönüştürdüm ve “Ölüm ve Yaşam Cemil” kitabını yazmış oldum. Bu gerçek bir hikâye. Romandaki doktor karakteri kısmen benden parçalar var ama kısmen de çevremden etkilendiğim insanlardan parçalar var. Yaklaşık 3-4 yıllık serüvende yazılmış bir roman. Roman düşüncelerimi, topluma vermek istediğim mesajları içeriyor” ifadelerini kullandı. 

Psikolog, psikiyatr, sosyologlarla görüştüm” 

“Daha sonra daha sosyolojik kavram üstüne gitmem gerek diye de düşündüm. Yaklaşık iki- üç yıllık çalışma sonunda Kır Zincirleri’ni yazdım. Bu romanın içinde geçen kahramanlarla ilgili birçok kişi ile görüştüm. Psikolog, psikiyatr, sosyologlarla hatta roman içindeki mağdur insanlarla da görüştüm. Çok derin bir çalışma sonrasında yine kendi hayat tecrübemi de katarak, “Kır Zincirlerini” isimli romanı yazdım. Romanı yazmaya başlayıp, sayfaya dökülüş süreci 3 yılı buldu. Uzun bir çalışmaydı. 6-7 yıldır roman yazarlığı üzerinde çalışıyorum iki eserim var şu ana kadar. Tabi bir yandan mesleğimi de icra ettiğim için bu iki romanın çok etkili olacağını da düşünüyorum. “Kır Zincirlerini” romanında Metin adlı karakter kısmen var olan bir kişi, hayatını biraz manipülasyon yaparak oluşturdum. Ama diğer karakter Tibet benim hayal ürünüm olan bir kimse. Hem kurgu hem hayal hem kısmı gerçeklik. Zaten toplumun yaşamış olduğu şeyler bunlar. Kitap kapağını yapay zekâ ile yaptık. Hatta yapay zekanın romanım hakkındaki yorumunu da araştırdım, çok ilginç bir yorum ortaya çıktı. Şöyle bir yorumu var çok değişik bir konu, çok enteresan mutlaka incelenmeli diye yorum yaptı” 

“Normali anlatmaya çalıştım” 

Ganiüsmen, “Kitabın kapağına baktığınız zaman çeşitli şekillerde yorumlanabiliyor. Benim de istediğim o. Toplumun her kesiminden insanlar bir baksın bu nedir desin, arkasındaki özeti okusun. Özetin de çok enteresan olduğunu düşünüyorum. Romanın ana fikri, günümüzde biliyorsunuz Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) var ve sağlık kuruluşundan ziyade insanları yönetmeye çalışan bir örgüt gibi davranıyor. Çeşitli medya yolu, siyasi bağlantıları ile insanları bir yöne çekmeye çalışıyor. Bunu yaparken de sağlık örgütü olması dolayısıyla bilimsel bulgulara dayanması gerekirken öyle yapmıyor ve algısal mekanizmalar üzerinden insanlara normal olan, anormalleştiriliyor. Ben yaşadığım hayat içinde giderek bunun çok belirginleştiğini gördüm, elimi taşın altına koyarak bunu yazdım. Bazı tereddütlerde de bulundum. Çok hassas bir konu olduğu için aşırı tepkiler de olabilirdi. Ama yaptığımın doğru olduğunu bildiğim için her türlü tepkiyi alarak yazdım. Biliyorsunuz ki günümüzde LGBT denen bir kavram var. Bu lezbiyen, GAY diye gidiyor ve gittiği yerler epeyce çığırından çıkmaya başladı. Sırada ne var pedofili, ensest ilişkiler vs. var. Bunlar öyle bir hale getirildi ki normalleşmenin aşırıya gittiğini ve hiçbir veriye dayanmayan birtakım olayları, sanki tıbbi verilere dayanıyormuş gibi kabul edilmesi gerektiği, kabul etmeyenlerin de anormal ya da faşist olarak suçlanması oldu. Romandaki GAY’lik kavramından gidersek bu tür insanların durumunun normal olmadığını, bunun tedavi edilebilir olduğunu ve tedavi edilmesi gerektiği olayı buraya çıkıyor. Romanı okurken aslında birazda motivasyon var gibi de geliyor, kapağa baktığınızda olabilir gibi de duruyor ama ben belli bir kesim adına yola çıkıp da bir sav sürmüyorum. Ben normali anlatmaya çalışıyorum anlatmaya çalışırken de her kesimi anlatmaya çalışıyorum. Bunu anlattığımda tepkiler de alıyorum, insanların yaşantısına neden karışıyorsunuz diyorlar. Bir kere bu bir roman, roman tadında okumanız gerekir” 

 “LGBT tedavi edilebilir” 

“LGBT’nin aslında tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunu vurguluyorum ve yapılabilir olduğunu söylüyorum. Bunu tabi kendim olarak söylemiyorum, çeşitli branşlardan insanlarla da görüştüm. Psikolog, psikiyatrlarla, onları ameliyat eden plastik cerrahlarla da görüştüm. Bu olayın ana mekanizmasının nasıl oluştuğunu anlamaya çalışarak kendi fikirlerimle sundum. Diyeceksiniz ki birçok hekimde savunuyor ama neden savunduklarını bilmiyorum hiçbir bilimsel yanı yok. Tamamen sizinle psikolojik ve felsefe kavramlar üzerinden tartışmaya girerler. Laboratuvar bulgusu yok, radyolojik bilgi yok, genetik, klinik bulgu yok. Burada bir hormon da yok. Bu tamamen psikolojik, sosyolojik kavramlarla insanların bir yöne sapmaları.” 

“Babanın küçük düşürülmesi en büyük etken” 

Ganisümen, “En sık karşılaştığım sebeplerden biri de baba faktörünün küçük düşürülmesi. Babanın çocuğun yanında küçük düşürülürse, çocuğun gözünde babanın kahramanlığı gidiyor ve anneye yöneliyor. Annenin sırf kişiliği iş başarısı, akademik başarısı veya ev yaşamındaki başarısında kalmıyor sınır. Bu sefer anneliği de örnek almaya başlıyor. Burada çizgi çok hassas. Tabi ben bunu ispatlayamam gözlem olarak söylüyorum siz sorduğunuz için. Erkek veya baba faktörünün küçük düşürülmesi zannedersem yaygınlaşmaya sebep oldu. Kadın olsun erkek olsun temelinde kendini yetersiz hissetme var. Kendinde hissettiği yetersizliği erkekler bir erkekle yitirmeye çalışıyor. Bayanlar da belki erkek figüründe olan bir bayanla tamamlamaya çalışıyor. Bu akışı çevirmemiz lazım bunu ailelere empoze etmemiz lazım” diye konuştu.  

Editör: MELEKŞAH TUFANER